Benden- UYANIŞ



Çok uzun zaman her insanın, ben açıklama yapmadan beni anlayabileceğini sandım. Mimiklerimden, sesimden...Senelerce böyle yaşadım. Çünkü ben genelde anlayabildiğimi düşünürüm, her halden. İnce ince düşünürüm. Bin düşünür bir söylerdim genelde. Artık yine bir söylüyor ama bin yazıyorum. Durduramıyorum kendimi bir süredir. Konuşmak gibi bir ihtiyaç neredeyse.

Hepimizin algısı farklı. Genellemeler de yapabiliriz elbette. Bazı gözlemlerin sonucunun, en yakından tanıdığımız kendimiz olduğunu düşününce de bazı genel sonuçlara varmaya eğilimimiz vardır. Gülün kokusu genelde beğenilir, buradan herkesin gülü sevdiği yada çoğu insanın gülü sevdiği ve gül kokusunu duymaktan hemen herkesin zevk aldığı düşünülebilir. Melisa da genelde çok sevilen bir çiçektir fakat ben kokusundan hoşlanmam. Melisanın kokusu bana ağır gelir. Bu sebeple; genellemelerimiz genelde doğru olmayabilir. Yine bir genelleme oldu, bir yere varmaya çalışmaktan oluyor hep :) Yani; çoğu insan tarafından anlaşılmayı beklememek lazım. Açıklama yapmak gerek, durumunu anlatmak gerek ve de en önemlisi beklenti içinde olmamak gerek. 

Bu özelliğimin bir dezavantaj olduğunu düşünmüştüm doğal olarak. Ama bu da doğanın dengesi. Bir süredir yani, ne zamanki, bu özelliğimi keşfettim, kusur olarak görmeyi bıraktım ve avantaja dönüştürdüm. Bu bir uyanıştı benim için. Tıpkı doğanın, baharda uyanması gibi. Herkes nasıl açıklama bekliyorsa ben de sosyal çevrem de hakkım olan açıklamayı bekliyorum. Kimse de bana eğer net bir şey söylerse üstüme alınmıyorum. Çünkü anlayıp üzülmek, sürekli sorgulamak, hassas olmak, bu trafik gerçekten de çok yorucu. Avantajın nerede derseniz? İnsan tanımak, insanları yorumlamak benim için daha kolay. Örneğin şimdiye kadar bir insan hakkında ilk görüşte edindiğim izlenimlerim beni hiç yanıltmadı. Yani ben, iyi bir gözlemciyim. Gözlemlerim hemen hemen her zaman, hayatımın her yanına dokunuyor.

Hayatımızı yöneten algı, zeka değil fikrimce. Doğarken algımızı seçemiyoruz, hiçbir şeyi seçemeyişimiz gibi. Hayatta zeki olanlar değil, doğru algılayanlar yada algısı açık olanlar, görenler, gözlemleyebilirler bunun yanın da öz güvene sahip olan insanlar istediklerini başarabiliyorlar. 

Hepimiz çeşitli özelliklerle, yeteneklerle doğuyoruz. Yeteneğimizle ilgili çalışmaktan ve yeteneğimizi sergilemekten çekinmemeliyiz. Yetenek geliştirmeye açık bir şey. Yeteneğimiz konusunda dünyanın en iyisi olmayabiliriz. Ama o bizim üretken yanımızdır. Bu yolun sonunun nereye varacağını kimse bilemez. Bizim bu konu hakkındaki duruşumuz, uğraşımız, vaktimizi nasıl harcadığımız mutlaka çevremizde var olan birilerini etkileyecektir. O yüzden dediğim gibi bu yolun nereye kadar gideceği hiç ama hiç bilinemez.

Ben kanatlarımı açtım, ruhumu, hayallerimi özgür bıraktım. Kendimi olduğum gibi kabul ederek, baktığım her şeyin hakkını vererek görmeye çalışıyorum. Göremediğim günler de olmuyor mu? Tabii ki oluyor. Burnumun ucunu görmediğim, tüm gemilerimin battığı günler de oluyor elbet. Önemli olan fikrimizin, zikrimizin bu olması. 

KAYIP ZAMANIN İZİNDE- ÇİÇEK AÇMIŞ GENÇ KIZLARIN GÖLGESİNDE- MARCEL PROUST





Uzun zamandır Ninova Kitaplık ile ilgilenemedim, bazen istem dışı zihinsel bir yorgunluğa düşebiliyoruz. Bu kitap okumadığım anlamına gelmiyor tabii ki. Okuduklarımı da yazılarımı da paylaşacağım.

İlk kitabım, Proust'un Kayıp Zamanın İzinde kitabının  ikinci cildi olan Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde. Her kitap mutlaka bir şeyler katıyor bizlere ama Proust, benim için ayrı bir yerde artık. Kayıp Zamanın İzinde ilerledikçe emeğine, yeteneğine hayran oluyorum. Tüm tanıdıklarımızın yada bir şekilde bağ kurduğumuz insanlar zihnimizde bir yere sahipler. Proust zihnimdeki kitaplığımda en üst sıralararında yerini aldı. 

İkinci cilt olan kitap, kahramanımızın çocukluktan sonraki ilk gençlik yıllarını anlatıyor bize.  Hayal kırıklıkları, beklentiler, heyecanlar... Combray'den ayrılıyor. Kahramanın hislerini ve çevresindeki insanlar hakkındaki düşüncelerini ustaca tanımlıyor bize Proust. Tanımları sanki zihnimde hep yaşattığım şeyler ama sanki daha önce kimse böyle güzel anlatamamıştı yada hiç anlatılmamıştı belki de. Çok güzel saptamaları var. Bir karakterin bir özelliğinden bahsederken onda yarattığı diğer çağrışımları aktarabilmesi benim için çok büyüleyici yada doyurucu diyebilirim. Her seferinde işte bu dedim.

Proust okuyanlar ya onu çok etkileyeci buluyorlar yada çok ağır bulduklarını söylüyorlar. Ben çok etkilenenlerdenim. Çünkü onun zihni, bağ kurma ve aktarma yeteneği bana göre kusursuz.

Alıntı yapmıyorum, alıntı yapınca biraz kitabın büyüsü kaçıyor gibi geliyor artık. Sadece bana hissettirdiklerinden bahsetmek istedim. Bir kitap yazılıyor ama ne de olsa her okuyan kişi kitabın hissettirdiklerini kendine göre anlatabilir.

Eğer siz de kendinizi zihinsel olarak hazır hissediyorsanız Proust okumaya başlamalısınız. Her cildinden sonra başka bir yazarın kitabını okuyarak hem zihninizi biraz dinlendirmiş hem de demlendirmiş olabilirsiniz.

Keyifli okumalar.


Benden- OKUMAK






Türkiye'de kitap okuma oranları ile ilgili çeşitli kurumların çeşitli araştırmaları var. Konuyla ilgili farklı sonuçlar var. Bana göre sonuçların nasıl değerlendirildiği de önemli. Ne tür kitaplar tercih ediliyor?

Durumumuz çok iç açıcı değil tabii ki. İnsanoğlunu okuyan ve okumayan diye ayırırken, okuyanları da çeşitli gruplara ayırabiliriz ve bu liste çokça uzayabilir. Bu okuyanlar grubu sonucunda kendini ne bildiğine göre bir yerlere koyan insan grupları da oldukça çok. En tehlikeli kısım da burası tabii ki. Üç kitapta dünyayı çözdüğünü zanneden bir çok insan var. Yani bu konu oldukça karmaşık.

İnsanın gelişimi ve dönüşümünde kitabın etkisi inanılmaz. Küçük yaşta kitap okuma alışkanlığı edinmenin payı çok büyük. Çünkü ilk kitaptan itibaren değişmeye başlarsınız. Seneler geçtikçe ve her kitapta değişirsiniz. Bu değişim başlangıçlarda sıkıntılıdır. Çünkü ilk kitaplarda biraz farklı hissedersiniz kendinizi herkesten. Bu öğrenmenin verdiği bir öz güven olabilir ama cahilcedir. Çünkü daha okunacak çok kitap, öğrenilecek çok şey vardır ve bu yol sonsuzdur. Ama ilk birkaç kitaptan sonra bunu sindirmek çok zordur. O yüzden bu dönemin çocukluk dönemine denk gelmesi önemlidir ve gereklidir fikrimce. Çocuk değişir, gelişir. Büyüme ile birlikte orantılı olarak ilerlemelidir bu durum.

Yetişkin birine kitap okuma alışkanlığı edindirmek oldukça da zordur. İlk birkaç kitaptan sonra bir yerde tıkanabilirsiniz yada şöyle şikayetler duyabilirsiniz: "Ben akıcı kitap okuyabiliyorum", "Aşk romanı okuyabiliyorum" gibi.

Velhasıl sevgili arkadaşlar nedir? Umudumuz çocuklarımızdır. Çocukluk mükemmel bir dönemdir ve her güzel şeyin ve pek tabii kötü şeylerin de yeşerebileceği bir dönemdir. Algıların en açık olduğu en etkili dönüşümlerin olabileceği zamandır. Başlangıçta sadece bir yol açılır çocukta, yolun nereye kadar gideceği bilinmez sonrasında.

Peki çocuklarımız okuma alışkanlığını nasıl edinecekler? Sadece kitap almak yeterli mi? Tüm alışkanlıklarımız görerek oluşuyor. Sadece kitap sahibi olmak yetmez, çevre de okuyanlar da olmalı. Çevresinde okuyanlar yokken bu alışkanlığı edinebilen insanlar yok mu? Var elbette. Ama herkes aynı değil, ayrıca yukarıda da bahsettiğim gibi bu alışkanlık ne kadar erken edinilirse o kadar iyi. Okumanın ne denli önemli bir şey olduğunu kavrayana kadar epeyce zaman harcayabilir bir insan.

Son kez de konuyla ilgili birkaç şey daha söylemek istiyorum. Bazı okumayan insanları kabullenebilirim evet. Ama okumayan bir öğretmeni kabullenemem, saygı duymamı da bekleyemez kimse. Okumayan akademisyene saygı gösteremem.

Bol okumalı, okutmalı günler dilerim herkese.

Benden-DEVAM ET

Hissediyor musunuz siz de bilmiyorum? Her an değişiyor ve dönüşüyoruz. İyiye veya kötüye. Direksiyon bizde, nereye kıracağımız bize bağlı...