Benden-DEVAM ET


Hissediyor musunuz siz de bilmiyorum? Her an değişiyor ve dönüşüyoruz. İyiye veya kötüye. Direksiyon bizde, nereye kıracağımız bize bağlı. Bazen iyi olmasını istesek de sanki bir yağmur yağıyor da araba kayıyor, elimizde olmadan yoldan çıkıyormuş gibi oluyoruz. Evet bu doğru, insanız bazen kontrolü kaybedebiliriz ve bu anlarda zorlandığımız da çok muhakkak. Olacak hepsi, olacak tabi, bazen direksiyon yamulacak da. Önemli olan tamamiyle kontrolü yitirecek denli büyük hatalar yapmamak. Hata ne aslında biliyor musun? Hata, bizim bakış açımızda, gördüğümüzde yada sana şöyle söyleyeyim görmek istediğimizde.
Kendi kendine çok mu konuşuyorsun, kafanda durmadan bişeyler mi dönüyor, bir çıkmazda mısın? Acılar içinde mi kıvranıyorsun? Önce düşünceni değiştir, aklından geçenler için kendini biraz zorla. Hayatımız konuştuklarımız ve düşündüklerimizle o kadar ilgili ki.
Bir şeylerin ağır olması, gecikmesi, her istediğimizin istediğimiz zaman olmaması, yada istediğimiz bir yere istediğimiz zaman da varamamanı dert etme. Pes etme. Devam et. Çalışmanın mutlaka karşılığı vardır. Yavaş yavaş da olsa mutlaka sonuç vardır sonunda.
Bir yerde okumuştum geçenlerde; 'Yeniden Diriliş' adında bir bitki varmış. Bu bitki senelerce çöllerde (100 yıl) oradan oraya sürüklenirmiş. Ama bu zaman sonunda küçücük bir su birikintisine rastladığında ve kısa süreli yağmurla birlikte kök salar hatta çiçek bile açarmış. Bazen ibret almamız için sadece doğaya bakmamız bile yeterli.
Diyorum ki yani asla pes etme, asla yılma, biliyorum hayat çok zor olabiliyor, bazen ben de senin gibi çok zorlanıyorum ama ilerlemeye devam ediyorum.
Sevgilerle.

Benden- BAYRAM

Bu bisikletin arkasından bir ömür gidebilirim, keza koşturtuyor da beni sıpa. Çok seviyorum çok, çocuklarımız çok güzeller, güzel davranılmayı, sevilmeyi hak ediyorlar. 
Dün gösterisi vardı kızımın dört yasında, neler başarabiliyorlar. Süperler gerçekten, bizden çok ileri olacaklar.  Her çocuğun böyle fırsatları yok, çok üzülüyorum onlara. Elimden gelse, hepsini donatırdım sevgiyle. Sadece maddi olarak bir şeyler vermekle olmuyor, onların en çok sevgiye ihtiyaçları var, o zaman o sevgi her şeye yetiyor bence. 
Kızımla ilgili hiç büyük hayallerim yok. Hayat onun hayatı. Tek hayalim ve amacım iyi ve mutlu insan olması. Bunun için uğraşıyorum. Ne insanlar görüyorum, koca koca meslekleri var ama gülmeyi unutmuşlar. Ne insanlar görüyorum , koca koca insan olmuşlar ama hala yalan peşindeler, kötüler. Tüm çocuklarımızın bahtı açık olsun ve iyi insan olsunlar. Sadece iyi insan olsun çocuklarımız dileğiyle bitmiyor tabi ki. Bunun için uğraşmamız gerekiyor. Sadece kendi çocuğumuzla değil, elimizden geldiğince ulaşabildiklerimizle de. 
Yaptığımız her şeyin maddi olması gerekmiyor. Onlara bildiğiniz bir şeyleri öğretin. Toplayın mahallenin çocuklarını sokağın köşesine bir kitap okuyun. Fikirlerini sorun. Bir enstrüman çalmayı biliyorsanız öğretin. Bir halk oyunu biliyorsanız öğretin. Bir çiçek dikmeyi öğretin. Ne bileyim, öğretin işte. Kim bilir ne meziyetleriniz vardır her birinizin. Ama bu bayram başka bir şey daha geçiyor içimden. Yarın ilk günü bayramın. Eğer durumunuz varsa bu bayram bir çocuk sevindirin derim. Bir çocuk giydirin mesela. Ne sevinirdik bayramlıklarımız alınınca, heyecandan uyuyamazdık. Canım dedem torunlarını toplar götürürdü giydirmeye. Nurlar içinde uyusun. Çevrenizde, belki de hiç tanımadığınız, gelip geçerken gördüğünüz bir çocuk belki de. Bir de ne biliyor musunuz? Unutmuyor çocuklar, bu abla da beni böyle sevindirmişti, bu abi de bana bunu almıştı deyip unutmuyorlar. Hiç nankör değiller. Yaptığınızın karşısında dünyanın en güzel hediyesini alacaksınız. O masum gülüş. Başka hiç bir yerde bulamayız herhalde. 
Sevgiler, saygılar, hepinize iyi bayramlar. Bol bol sarılın sevdiklerinize. Bir gülüş, bir sevi... Hayat bundan ibaret be! 

Benden- SAYGI



Ne zaman apartman yığınları arsından uzaklaşıp toprağa, ağaca yakınlaşsam kendimi daha iyi hissediyorum. Toprağa basmaya, ağaçlara sarılmaya ihtiyacım var. Biz doğanın bir parçasıyız çünkü. Biz doğaya aitiz. Hem kendimizi ondan mahrum edip hem de onu mahvediyoruz bir taraftan. Doğada bulunan her canlının doğaya saygısı var iken biz niye böyleyiz?

Beni son zamanlarda en çok endişelendiren ve çokça karşımıza çıkan bir konu var örneğin. Su kıtlığı. Zor günler bizleri bekliyor gibi görünüyor. Ama herkes o kadar umarsız ki. Umutlu olayım diyorum, pek beceremiyorum.

Doğada her canlı elindeki kaynağı optimal düzeyde kullanırmış, yaptıkları yuvalar bile öyle imiş, maksimum hacimde minimal yüzeyler.  Doğanın matematiğine baktığınız da bu böyle. Bizim yaradılışımız, doğanın yaradılışı böyle çünkü. Doğa için en önemli kural aç gözlü olmamak, her şeyin yeterince olması. Biz insanoğlu bu durumdan çok uzağız.

Düşünüyorum, insanoğlunun böyle saygısız, böyle aç gözlü olmasına sebep artık doğadan uzak büyümesi gibi geliyor bana. Bir ağacı, bir bitkiyi büyürken görmüyoruz çünkü. Ona saygı duymayı öğrenmiyoruz küçük yaşta. Varsa yoksa aklımızda lüks ve para kazanmak var.

Rahatlamak istediğimde kendimi çıplak ayaklarla deniz kenarında yürürken, denizde yüzerken, çimlerin üzerinde çıplak ayakla yürürken, bir ağacın altında uyurken veya toprağı ekip biçerken düşlüyorum. Bir özgürlük kokusu alıyorum o anda. İnsan diyorum, bu beton yığınlarına ait değil.

Sevgili okuyucu, bu günden itibaren bir şeyler yapmaya başla artık. Kendin için değilse de çocuklarımız için. Kaynakların sınırsız değil. Tasarruf et. Çocuğuna doğaya saygı duymayı öğret. Kendini ve çocuğunu doğadan ayırma.

Aşağıya "Doğa Ana Konuşuyor" adlı bir videonun linkini bırakıyorum. Bakalım ne diyor bize? Biraz kulak ver.

https://www.youtube.com/watch?v=-hc12RwZ4ko

Not: İzmir Hatay'da küçük dükkanının bulunduğu sokağı, betonu her gün foşur foşur sulayan ve kimseye aldırış etmeyen Bey! Pek umarsızsın. Seni de kulak vermeye davet ederim.



HALLAÇ-LEYLA ERBİL


Çalıştığım kurumun kütüphanesine gittim yine geçen gün. Çok şükür ki elimin altında her zaman faydalanabileceğim kocaman bir kütüphane var. Çoğu kitabı da oradan ödünç alıyorum. Bu sebeple yukarıda gördüğünüz gibi kitaplar bazen yıpranmış ve eski basımlardan olabiliyor. Neyse, dediğim gibi kütüphaneye gittim ve aklımda Leyla Erbil kitapları vardı. Birkaç kitabını aradım bulamadım rafta, sonra baktım hiç aklımda olmayan eski öykü kitaplarından olan Hallaç var, alayım dedim. Hatta " Nereden buldun onu, çok eski görünüyor" diyenler bile oldu. Ben de "Ben onu seçmedim, o beni seçti" dedim. Ertesi gün okumaya başlayabildim, kitabın ilk sayfasını çevirdim ve elim, ayağım zangır zangır titredi. Benim kuruma geldiğim yıl olan 2012'de ben gelmeden az bir zaman önce vefat eden ve herkes tarafından çok sevilen, güzel başarılara ve sayısız sanat eserine imza atmış olan bir hocamızın kütüphanemize hediye ettiği bir kitapmış Hallaç. Demem o ki; bir iyilik asla ve asla yeryüzünden kaybolmuyor. Yapmış olduğunuz bütün güzel şeyler, ufak da olsa tekrar tekrar sizi insanlara hatırlatıyor. Hislerimin bazen çok kuvvetli olduğunu hissederim. Kitabı da okuyunca rahmetli hocamız, rahmetli Leyla Erbil ve kendi ruhum arasında bir bağ oluştu.

Kendine has dili, özgür tarzıyla bambaşka bir kadınmış belli Leyla Erbil. Türkiye'den Nobel Edebiyat Ödülü'ne ilk aday gösterilen kadın yazar. Öyküsünden birçok yeni kelime öğrendim. Bakış açısı o yılların çok ilerisinde. Bugün kitap üzerine sohbet ettiğim arkadaşım "Kitap bana biraz ağır gelebilir" dedi, "okuyamayabilirim, sabırlı olamayabilirim". Bu açıdan hiç bakmamıştım. Evet, bu kitabın okunması bazen zorlayabilir okuyucuyu, doğru. Ama ben bazen tüm kitaptan sadece bir cümleyi alıyorum kendime; bazen bir mesaj, bazen bir yol oluyor bana. Bu da öyle bir kitap.

Bu toprakların kadın yazarlarının yazılarında hep sezdiğim bir şey var. Kadının üzerindeki baskının, toplumun kadına bakış açısının onları nasıl etkilediğini ama bu olumsuzlukları nasıl da yazılarına okuyucuyu kalbinden etkileyecek biçimde kattıklarını ve bir nevi kendileri için ve pek tabii bizler için bir kazanıma dönüştüklerini görüyoruz.

Bir Leyla Erbil romanı okumak istedim, bence güzel olur. Aslı Erdoğan da böyleydi. Deneme kitabı olan Bir Delinin Güncesi daha asi, savruk, sanrılar, yansımalar, yanılsamalar ama Kabuk Adam romanı bana göre çok güzel bir dille yazılmış bir roman. Leyla Erbil'in romanının da böyle olacağını düşündüm.

İşte böyle... Artık alıntı yok, kitapların büyüsü bozulmasın. Benim kitapla olan ilişkim böyleydi, siz okursanız yada okumuşsanız herbiriniz için kazanımlar farklı olabilir.


Benden- HERKESİN ZAMANI FARKLI AKAR



İnsan hayatı garip bir serüven. Bu dünya kendini dinleyebilenlerin dünyası, kendini tanımaya çalışanların. Herkesin zamanı farklı akıyor...

Zamanında üzülüp telaşlandığım şeyler oldu hayatta, hepimizin vardır. Hala da oluyor. Diğer insanlara bakıp bakıp, bazı şeylere geç kaldığımı düşünüp boş yere çırpınmışım. Zamanımız farklı akıyor birbirimizden, farklı zamanlarda büyüyor tohumlarımız, farklı zamanlarda çiçek açıyor. Kiminin saat üçte, kiminin ki beşte. Peki geç mi sence? Değil bana göre. Olması gerektiği zamanda oluyor, doğa ile aramızda böyle bir bağ var. O zorlama, uydurulmaya çalışılmış bir şeyi asla kabul etmiyor.

Demliyoruz kendimizi zamanla, mayalanıyoruz dura dura. Tam mayalanmadan olunmaz, kimi erken kimi daha sonra ama asla geç olmayan bir zamanda. İçimize bakarsak dura dura, sakin olursak ateşin başında ve mayamızda da iyilik varsa,  vakti geldiğinde oluyor her şey.

Ama burada sadece bir nokta var, dikkat etmek gereken: Kendini tanımak, fikrimce. Kendini tanımaya çalış, Ve sonra cesaret et. Cesaret birçok şeyin ilacı, başlangıcı.

Tabi ki bunların hepsi bana göre öyle.

Ve beni dinginleştiren cümle: Herkesin zamanı farklı akar.

Telaşlandığım zamanlarda tekrarlıyorum içimden.












DİNLE KÜÇÜK ADAM-WILHELM REICH



Yazar Wilhelm REICH 1897 yılında Galiçya'da doğmuş. Tıp öğrenimi görmüş. Freud'un baş yardımcısı olarak çalışmış.

Tıp alanında  sinirsel bozukluklar üzerine de çalışmış, acunsal enerjiden sıkça söz etmiştir. Acunsal yaşam enerjisi (orgon) ; her insanın içinde var olan kozmik enerjidir. Wilhelm REICH, acunsal yaşam enerjisi ile her türlü hastalığın tedavi edilebildiğini söylüyor, kanser de buna dahil. Kitabı okuduktan sonra internette biraz araştırma yaptım ve acunsal enerjinin daha çok şimdiye kadar kötü niyetli kullanıldığı yazıyor. Dünyanın politikası ve insanın kötülüğü (küçük adam - küçük kadın) her yerde. Wilhelm REICH de bu kötülükten nasibini almış biri, çalışmaları sürekli engellenmiş, hakkında karalamalar yapılmış. 1933 yılında Hitler'in işbaşına gelmesi ile birlikte İskandinav ülkelerine göçmüş. 1939 yılında da A.B.D' yerleşmiş ve Maine'de acunsal enerjiyi tutmak, biriktirmek ve kullanmak üzere dev boyutlu bir laboratuvar kurmuş. Hayatını bu çalışmalara adamış. 1957 yılında Pensilvanya'da bir ceza evinde ölmüş.

Yazarın hayatı hakkında bu bilgilere sahip olunca kitap daha da anlamlı oldu. Reich, kitap boyunca küçük adam ve küçük kadınlara seslenmiş, onu eleştirmiştir.

"Binlerce yılın bakış açısından görebiliyorum seni, binlerce yıl geçmişten ve binlerce yıl gelecekten bakıyorum sana. Kendinden korkma duygundan kurtulmanı istiyorum. Kasılmış bir beden yerine, canlı, yaşayan bir bedenin olsun istiyorum; çocuklarından nefret etmek yerine onları sevmeni, karına "evlilik gereği" işkence yapmak yerine onu mutlu etmeni istiyorum."

"Sevgi, çalışma ve bilgi yaşamımızın tükenmez kaynaklarıdır. Öyleyse, yaşamı onların yönetmesi gerekir " diyor yazarımız.  Ya cennete, yada cehenneme çeviririz hayatı. Bunu yapmalıyız, cennete çevirmeliyiz. Sadece kendimiz için değil tüm sevdiklerimiz için, çocuklar için en çok... Kendi elimizde olan kısmı çok büyük.  Çok büyük bir kısmı elimizde  ama bir küçük adam yada bir küçük kadının canımızı sıkması, yada hayatımızı etkiliyor oluşu ne acı verici. O yüzden herkesin savaş açması gerek. Kötü olan ne varsa, kötü niyetli olan kim varsa, küçük düşünen kim varsa!!

Zor bir yol bu, hele hayatını adayanlar için. Bilime adanan bir hayat ve ceza evinde son bulan bir yaşam...

Günümüzde de hala her şey aynı. Her şey sancıyor. İnsanlar nefret biriktiriyorlar. Yetişirken gördüklerimizi, büyürken usul usul biz farkında olmadan beynimize işlenenleri yansıtırız bizlerde. Üzerine bir şeyler koyabilmek sadece bizim elimizde, farkındalık yaratmak bizim elimizde. Lüften sevgi saçın çevrenize, bedeninizden sevgi aksın. Böyle böyle yeşerecek tohumlar.



















HAN DUVARLARI- FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL




Edebiyat çalışırken Eski Türk Edebiyatında karşıma çokça çıkan Faruk Nafiz ÇAMLIBEL'i inceledim. Türk Edebiyatına hakim olmak isteyen herkesin okuması gereken yazarlarımızdan kendisi.
1898 yılında doğan Faruk Nafiz memleket şiirleri de yazmakla beraber genelde aşk şairi olarak anılır.

Han Duvarları kitabı üç bölümden oluşuyor: Memleket Şiirleri, Aşk Şiirleri ve Rubailer..

Ben Faruk Nafiz okumayı sevdim, daha doğrusu edebiyat okudukça, çalıştıkça benim ilgimi çekti.

Aşk şiirlerinden :

HÜSN Ü AŞK

Başım, ki fırtınalardan bu anda kurtuldu,
Senin dizinde nihayet biraz sükun buldu...
Dalınca alnımı kat kat genişleten siteme,
Neden bu vakte kadar bekledin, zavallı? deme;
Şikayet etme, sakın boş geçen zamanından.
Geçen zamanla ne eksildi hüsn ü anından,
Geçen zamanla ne kaybetti ruhumun güneşi?
Muhabbetim de, cemalin de layemetun eşi...
Gelince hüsn ile aşk, ansızın, nazar nazara
Bir an içinde döner karşılıklı aynalara.
Zaman, mesafe bu sonsuz hayal önünde nedir?
Ne hükmü var ki, bütün kaybımız beş on senedir!
Dehalar ölse de mısralar ihtiyarlamaz;
Güzellüğün de senin böyle tazedir kış, yaz;
Nasıl duvarda değişmeksizin durursa resim,
Nasıl güzelse Boğaz her saatte, her mevsim...
Diler beşikte görünsün, diler mezara yakın,
Yanan gönüllere ilhamı gelir aşkın.

Büyür çınar gibi zahmetle şanlı sevdalar;
Bahara geç kavuşur sevgilim büyük dağlar!

Rubailerden:

GENÇ OSMAN

Kaç asır geçti o hicran üzerinden, bilmem;
Kimlerin kahpe felek doğradı ekmek kanına?
Bildiğim varsa, cihan halkı, o günden bugüne
Yanarız memleketin tığ gibi Genç Osman'ına!




Benden- UYANIŞ



Çok uzun zaman her insanın, ben açıklama yapmadan beni anlayabileceğini sandım. Mimiklerimden, sesimden...Senelerce böyle yaşadım. Çünkü ben genelde anlayabildiğimi düşünürüm, her halden. İnce ince düşünürüm. Bin düşünür bir söylerdim genelde. Artık yine bir söylüyor ama bin yazıyorum. Durduramıyorum kendimi bir süredir. Konuşmak gibi bir ihtiyaç neredeyse.

Hepimizin algısı farklı. Genellemeler de yapabiliriz elbette. Bazı gözlemlerin sonucunun, en yakından tanıdığımız kendimiz olduğunu düşününce de bazı genel sonuçlara varmaya eğilimimiz vardır. Gülün kokusu genelde beğenilir, buradan herkesin gülü sevdiği yada çoğu insanın gülü sevdiği ve gül kokusunu duymaktan hemen herkesin zevk aldığı düşünülebilir. Melisa da genelde çok sevilen bir çiçektir fakat ben kokusundan hoşlanmam. Melisanın kokusu bana ağır gelir. Bu sebeple; genellemelerimiz genelde doğru olmayabilir. Yine bir genelleme oldu, bir yere varmaya çalışmaktan oluyor hep :) Yani; çoğu insan tarafından anlaşılmayı beklememek lazım. Açıklama yapmak gerek, durumunu anlatmak gerek ve de en önemlisi beklenti içinde olmamak gerek. 

Bu özelliğimin bir dezavantaj olduğunu düşünmüştüm doğal olarak. Ama bu da doğanın dengesi. Bir süredir yani, ne zamanki, bu özelliğimi keşfettim, kusur olarak görmeyi bıraktım ve avantaja dönüştürdüm. Bu bir uyanıştı benim için. Tıpkı doğanın, baharda uyanması gibi. Herkes nasıl açıklama bekliyorsa ben de sosyal çevrem de hakkım olan açıklamayı bekliyorum. Kimse de bana eğer net bir şey söylerse üstüme alınmıyorum. Çünkü anlayıp üzülmek, sürekli sorgulamak, hassas olmak, bu trafik gerçekten de çok yorucu. Avantajın nerede derseniz? İnsan tanımak, insanları yorumlamak benim için daha kolay. Örneğin şimdiye kadar bir insan hakkında ilk görüşte edindiğim izlenimlerim beni hiç yanıltmadı. Yani ben, iyi bir gözlemciyim. Gözlemlerim hemen hemen her zaman, hayatımın her yanına dokunuyor.

Hayatımızı yöneten algı, zeka değil fikrimce. Doğarken algımızı seçemiyoruz, hiçbir şeyi seçemeyişimiz gibi. Hayatta zeki olanlar değil, doğru algılayanlar yada algısı açık olanlar, görenler, gözlemleyebilirler bunun yanın da öz güvene sahip olan insanlar istediklerini başarabiliyorlar. 

Hepimiz çeşitli özelliklerle, yeteneklerle doğuyoruz. Yeteneğimizle ilgili çalışmaktan ve yeteneğimizi sergilemekten çekinmemeliyiz. Yetenek geliştirmeye açık bir şey. Yeteneğimiz konusunda dünyanın en iyisi olmayabiliriz. Ama o bizim üretken yanımızdır. Bu yolun sonunun nereye varacağını kimse bilemez. Bizim bu konu hakkındaki duruşumuz, uğraşımız, vaktimizi nasıl harcadığımız mutlaka çevremizde var olan birilerini etkileyecektir. O yüzden dediğim gibi bu yolun nereye kadar gideceği hiç ama hiç bilinemez.

Ben kanatlarımı açtım, ruhumu, hayallerimi özgür bıraktım. Kendimi olduğum gibi kabul ederek, baktığım her şeyin hakkını vererek görmeye çalışıyorum. Göremediğim günler de olmuyor mu? Tabii ki oluyor. Burnumun ucunu görmediğim, tüm gemilerimin battığı günler de oluyor elbet. Önemli olan fikrimizin, zikrimizin bu olması. 

KAYIP ZAMANIN İZİNDE- ÇİÇEK AÇMIŞ GENÇ KIZLARIN GÖLGESİNDE- MARCEL PROUST





Uzun zamandır Ninova Kitaplık ile ilgilenemedim, bazen istem dışı zihinsel bir yorgunluğa düşebiliyoruz. Bu kitap okumadığım anlamına gelmiyor tabii ki. Okuduklarımı da yazılarımı da paylaşacağım.

İlk kitabım, Proust'un Kayıp Zamanın İzinde kitabının  ikinci cildi olan Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde. Her kitap mutlaka bir şeyler katıyor bizlere ama Proust, benim için ayrı bir yerde artık. Kayıp Zamanın İzinde ilerledikçe emeğine, yeteneğine hayran oluyorum. Tüm tanıdıklarımızın yada bir şekilde bağ kurduğumuz insanlar zihnimizde bir yere sahipler. Proust zihnimdeki kitaplığımda en üst sıralararında yerini aldı. 

İkinci cilt olan kitap, kahramanımızın çocukluktan sonraki ilk gençlik yıllarını anlatıyor bize.  Hayal kırıklıkları, beklentiler, heyecanlar... Combray'den ayrılıyor. Kahramanın hislerini ve çevresindeki insanlar hakkındaki düşüncelerini ustaca tanımlıyor bize Proust. Tanımları sanki zihnimde hep yaşattığım şeyler ama sanki daha önce kimse böyle güzel anlatamamıştı yada hiç anlatılmamıştı belki de. Çok güzel saptamaları var. Bir karakterin bir özelliğinden bahsederken onda yarattığı diğer çağrışımları aktarabilmesi benim için çok büyüleyici yada doyurucu diyebilirim. Her seferinde işte bu dedim.

Proust okuyanlar ya onu çok etkileyeci buluyorlar yada çok ağır bulduklarını söylüyorlar. Ben çok etkilenenlerdenim. Çünkü onun zihni, bağ kurma ve aktarma yeteneği bana göre kusursuz.

Alıntı yapmıyorum, alıntı yapınca biraz kitabın büyüsü kaçıyor gibi geliyor artık. Sadece bana hissettirdiklerinden bahsetmek istedim. Bir kitap yazılıyor ama ne de olsa her okuyan kişi kitabın hissettirdiklerini kendine göre anlatabilir.

Eğer siz de kendinizi zihinsel olarak hazır hissediyorsanız Proust okumaya başlamalısınız. Her cildinden sonra başka bir yazarın kitabını okuyarak hem zihninizi biraz dinlendirmiş hem de demlendirmiş olabilirsiniz.

Keyifli okumalar.


Benden- OKUMAK






Türkiye'de kitap okuma oranları ile ilgili çeşitli kurumların çeşitli araştırmaları var. Konuyla ilgili farklı sonuçlar var. Bana göre sonuçların nasıl değerlendirildiği de önemli. Ne tür kitaplar tercih ediliyor?

Durumumuz çok iç açıcı değil tabii ki. İnsanoğlunu okuyan ve okumayan diye ayırırken, okuyanları da çeşitli gruplara ayırabiliriz ve bu liste çokça uzayabilir. Bu okuyanlar grubu sonucunda kendini ne bildiğine göre bir yerlere koyan insan grupları da oldukça çok. En tehlikeli kısım da burası tabii ki. Üç kitapta dünyayı çözdüğünü zanneden bir çok insan var. Yani bu konu oldukça karmaşık.

İnsanın gelişimi ve dönüşümünde kitabın etkisi inanılmaz. Küçük yaşta kitap okuma alışkanlığı edinmenin payı çok büyük. Çünkü ilk kitaptan itibaren değişmeye başlarsınız. Seneler geçtikçe ve her kitapta değişirsiniz. Bu değişim başlangıçlarda sıkıntılıdır. Çünkü ilk kitaplarda biraz farklı hissedersiniz kendinizi herkesten. Bu öğrenmenin verdiği bir öz güven olabilir ama cahilcedir. Çünkü daha okunacak çok kitap, öğrenilecek çok şey vardır ve bu yol sonsuzdur. Ama ilk birkaç kitaptan sonra bunu sindirmek çok zordur. O yüzden bu dönemin çocukluk dönemine denk gelmesi önemlidir ve gereklidir fikrimce. Çocuk değişir, gelişir. Büyüme ile birlikte orantılı olarak ilerlemelidir bu durum.

Yetişkin birine kitap okuma alışkanlığı edindirmek oldukça da zordur. İlk birkaç kitaptan sonra bir yerde tıkanabilirsiniz yada şöyle şikayetler duyabilirsiniz: "Ben akıcı kitap okuyabiliyorum", "Aşk romanı okuyabiliyorum" gibi.

Velhasıl sevgili arkadaşlar nedir? Umudumuz çocuklarımızdır. Çocukluk mükemmel bir dönemdir ve her güzel şeyin ve pek tabii kötü şeylerin de yeşerebileceği bir dönemdir. Algıların en açık olduğu en etkili dönüşümlerin olabileceği zamandır. Başlangıçta sadece bir yol açılır çocukta, yolun nereye kadar gideceği bilinmez sonrasında.

Peki çocuklarımız okuma alışkanlığını nasıl edinecekler? Sadece kitap almak yeterli mi? Tüm alışkanlıklarımız görerek oluşuyor. Sadece kitap sahibi olmak yetmez, çevre de okuyanlar da olmalı. Çevresinde okuyanlar yokken bu alışkanlığı edinebilen insanlar yok mu? Var elbette. Ama herkes aynı değil, ayrıca yukarıda da bahsettiğim gibi bu alışkanlık ne kadar erken edinilirse o kadar iyi. Okumanın ne denli önemli bir şey olduğunu kavrayana kadar epeyce zaman harcayabilir bir insan.

Son kez de konuyla ilgili birkaç şey daha söylemek istiyorum. Bazı okumayan insanları kabullenebilirim evet. Ama okumayan bir öğretmeni kabullenemem, saygı duymamı da bekleyemez kimse. Okumayan akademisyene saygı gösteremem.

Bol okumalı, okutmalı günler dilerim herkese.

KABUK ADAM- ASLI ERDOĞAN


Bu aralar bendeki ruh hali ile sanırım Aslı Erdoğan'ın ruh hali çokça örtüşüyor. Çokça ne demek? Yani (sanırım?) tamamiyle değil demek (bendeki durum). Benim farklılıklarım var. O da yine bir Aslı Erdoğan başarısı. Kitaptaki beyaz kadının ruhunu ve psikolojisini öyle güzel yansıtmış, öyle derinlere inmiş ki ister istemez kendi ruhunuzu sorgulamanızı sağlıyor. Ya da şöyle demem daha doğru, ruhunuz özgür kalıyor belki de.

İnsan sürekli bir yolculuk halinde, hayatımız yolculuğumuz...Bu yolculukta sürekli değişiyoruz, arıyoruz, arıyoruz...Kendimizi... Bazen öyle noktalara geliyor ki insan; karşıdan önemli gibi görünen şeyler önemsiz yada önemsiz gibi görünen şeyler senin için tam tersi önemli olabiliyor. Onun arayışı benim arayışım oldu. Onun söyledikleri benim bulduğum şeylerin, sahip olduğum şeylerin bir kez daha altını çizdi.

Önyargı... Her yerde bizimle aslında. En aza indirmeye çalışabiliriz, görünenle gerçek bazen değil çoğu zaman çok farklı. Beklentilerimiz, yaşadıklarımız. Hayat bazen sadece görmeyi öğretiyor bazen bize (bana), fikrimce. Benim daha çok yolum var bu konu ile ilgili, sizleri bilmiyorum :(

Hayatımızda bizleri okuyan insanlara ihtiyacımız var ve gerçek sevgiye. Ben klavuz diye yorumluyorum onları. Benim bir klavuzum var, hamdım ben, aldı yoğurdu beni. Daha önce başka bir yazımda da bahsetmiştim, bir klavuz olmak için bir etikete ihtiyacı yok kimsenin. Sade, sadelik.... Kabuk adam bir klavuz bana göre.

Her dönüşüm sancılı sanırım. Acı ile yoğuruluyoruz belki de. Yada belki de benim gibi duygularını daha yoğun yaşayan insanlar için böyledir. Bilemiyorum. Ama acı çekmeden dönüşemiyoruz. Tıpkı buzun suya dönüşmesi için erimesi gerektiği gibi. 

Kitabın bana hissettirdikleri bunlar. Herkes farklı şeyler alabilir bir kitaptan. Dolaylı da olsa gitgeller ve onun bahsettiği duygular alıp taa derinlere çekti beni.

Keyifli okumalar.








Benden- SEVGİLİ ÇOCUKLUĞUM



- Sevgili çocukluğum, nasılsın? Hayli zaman oldu senden ayrılalı. Dur bi dakika! Bir ses var... Derinlerden bir şeyler geliyor galiba. Çok az duyabiliyorum seni, yükselt biraz sesini, hadi!
O da ne yapsın, alışmış çok ses yükseltmemeye...

- Ama çok özledim seni, konuş biraz benimle, sen gibi konuş.

- Burdayım.

- İşte oldu.

- Beni yani çocukluğunu bıraktığın zamanları hatırlıyor musun? İşte evet tam orası. Ne için bıraktın beni?

- Aslında hiç bırakmak istememiştim.

-Yapma, bunu söyleyen sen olamazsın. Gönüllüydün bırakmaya, sırtına koca koca yükler almaya.

- Tamam yeter üzme beni.

- Ben üzsemde barışırım birazdan seninle, unuturum, bir oyun oynarsın benimle geçer.

- Yapma böyle ağlatacaksın beni.

- Ağlamak güzel şey, ağlayabilirsin, ben sık sık yaparım, önce dudağımı titreterek başlarım ağlamaya...

- Hatırladım, öyleydi değil mi ?

- Öyle...

- Tekrar bırakmak istemiyorum seni, sesimi zor duyurdum sana. Affet beni. Bundan sonra hep birlikteyiz, kaldığımız yerden büyüteceğim seni.

-İnanabilir miyim sana?

-Söz veriyorum.

-Anladın mı şimdi beni , sözüme geldin mi? Demeyeceğim tabiki bunları büyükler gibi. Hesaplarım olmayacak. Bazen küsebilirim ama hemen barışırım. Her güne yeni bir heyecanla başlarım, bazen okula giderken karnıma ağrılar girse de. Özlerim sevdiklerimi, unutmam, vakit ayırırım, vakit geçirmek isterim sevdiklerimle. Vaktim yok demem sana, oyunlarımın arasında senin için vakit yaratırım, vaktin olmaması diye bir şey yoktur nasıl olsa, sadece sana ayrılmayan vakit vardır yani demek istediğim.

-Deme öyle, değildir öyle aslında...

- Böyle diye diye attın beni derinlere, sesimi bile duyuramaz oldum sana.

- Yani...

- Yanisi falan yok aslında. Beni bırakmak istemiyordun değil mi bir daha?

-Evet.

-O zaman bana kulak ver, el ver, kalbini ver.

- Sımsıkı sarıldım sana.

- Hadi o zaman hep istemiştim de bir türlü olmamıştı, o süslü şemsiyeyi almaya gidelim bana.





BİR DELİNİN GÜNCESİ-ASLI ERDOĞAN


Yeni yılın ilk günlerinde tanıştığım yazar, Aslı Erdoğan oldu. İyi de oldu. Sevgili Aslı Erdoğan'ın Bir Delinin Güncesi, bir deneme kitabı. 50 kısa denemesi var. 

Yazarımız 1967 doğumlu, birçok ödülü var. 

Yazdıkları rahatsız edebilir, kendisi de zaten rahatsız olmamızı istiyor. Bildiğimiz şeyleri süslü cümlelerle tekrar yazamayacağından bahsediyor bir yazısında. Kalemi sert. Köşe yazarlığı yaparken biraz daha yumuşak yazmasını tavsiye edenler oluyormuş, o bunu hiç yapamamış, yapamam diyor zaten.  "Sadece yarayı, yıkımı, yokluğu, kurbanı dillendirmek adına yazdım" demiş Aslı Erdoğan...  Aynen kendisinin de dilediği gibi bazı cümleleri beni sarstı, bazı katılmadığım taraflar da oldu. Aslında zaten olması gereken bu değil midir? Sürekli onaylayacağımız cümleleri okuyacaksak okumanın ne anlamı var? Ben sevdim Aslı Erdoğan okumayı.

Bazen cehennemi yazmış diye düşündüğüm oldu okurken. 

Cehennemden cenneti yaratmak mümkün müdür? Düşündüm, düşündürdü. Oysaki o sadece cehennemi yazmıştı. İnsan böyle dedim kendi kendime, o hiç kurtulmaktan bahsetmemişti yazılarında. O yüzden okumak önemli, o yüzden görmek önemli işte. O yüzden edebiyat önemli...

Görmek bu kirlenişi, bu bulanıklığı ve bu sayede cehenneminden cenneti yaratmak zihninde yani fikrinde, yani fikrin de sen olduğuna göre, sende cenneti yaratmak mümkün. 

Okurken kendim için not aldığım ve sizlerle paylaşmak istediğim birkaç alıntı:

"Yalnızlığı iyi tanıyan insanlara özgü beklentisizliği. Kendi düş ağacını budamış, dünyayla hesabını süresiz ertelemişti."

"Hayatınızdaki her şeyin, biraz boş bulunsanız kayıp gideceğini sezdiğiniz anları bilirsiniz (Bilir misiniz?); ya da aslında dünya bir anlığına boş bulunsa, arka kapıdan sıvışacak olan sizsinizdir.(Kim olduğunu düşünmek zorunda kalmayanlar ya hep kazananlardır ya da vurdumduymazlar...)

"Oysa, tek tutkunun sahip olma tutkusu, tek özgürlüğün tüketme özgürlüğü sanıldığı bir dünyada, "erdem" uslu bir boyun eğiş, süregiden her şeyin onayı olarak sunulmaz mı?"

"En korkunç yalan, yansımasını ötekinin gözlerinde gördüğümüz yalandır. İşte bu cehennemden kaçmalı. Koşmalı. Yalınayak, cebindeki paraların, kimliklerin, anahtarların ağırlığından kurtulmuş, günebakanlara, denize, yaşama doğru..."

"Gawron'dan ve onun adsız, kayıp yüzlerinden öğrendim ki, düşenler olduğu gibi, bir de düşmeyenler, asla, hiçbir koşulda düşmeyenler var. Devrilseler bile düşmeyenler... Yaşamın fazlasıyla acımasız kesildiği, kimsenin gözünün yaşına bakmayan bir iktidar oyunu gibi göründüğü zamanda bu resme sığınabilirsiniz. Kendimizi, - belki nedensizce, belki değil- düştü düşecek gibi hissettiğimizde, ağır bir maske tarafından yeryüzüne çekiliyormuşçasına, kapaklanmamıza ramak kaldığında... Bizi ayakta tutmaya hazır bir çift görünmez kolun varlığına belki böyle inanabiliriz..."
(Gawron Polonya Direniş Örgütü'ndenmiş, çok güzel çizimleri varmış. Emir üzerine SS barakalarını gül çizimleriyle donatmış. Savaştan sonra bir daha hiç çizim yapmamış.)

Bir sonraki Aslı Erdoğan kitabı "Kabuk Adam" olacak. 

Sevgiyle...













Benden-DEVAM ET

Hissediyor musunuz siz de bilmiyorum? Her an değişiyor ve dönüşüyoruz. İyiye veya kötüye. Direksiyon bizde, nereye kıracağımız bize bağlı...