KABUK ADAM- ASLI ERDOĞAN


Bu aralar bendeki ruh hali ile sanırım Aslı Erdoğan'ın ruh hali çokça örtüşüyor. Çokça ne demek? Yani (sanırım?) tamamiyle değil demek (bendeki durum). Benim farklılıklarım var. O da yine bir Aslı Erdoğan başarısı. Kitaptaki beyaz kadının ruhunu ve psikolojisini öyle güzel yansıtmış, öyle derinlere inmiş ki ister istemez kendi ruhunuzu sorgulamanızı sağlıyor. Ya da şöyle demem daha doğru, ruhunuz özgür kalıyor belki de.

İnsan sürekli bir yolculuk halinde, hayatımız yolculuğumuz...Bu yolculukta sürekli değişiyoruz, arıyoruz, arıyoruz...Kendimizi... Bazen öyle noktalara geliyor ki insan; karşıdan önemli gibi görünen şeyler önemsiz yada önemsiz gibi görünen şeyler senin için tam tersi önemli olabiliyor. Onun arayışı benim arayışım oldu. Onun söyledikleri benim bulduğum şeylerin, sahip olduğum şeylerin bir kez daha altını çizdi.

Önyargı... Her yerde bizimle aslında. En aza indirmeye çalışabiliriz, görünenle gerçek bazen değil çoğu zaman çok farklı. Beklentilerimiz, yaşadıklarımız. Hayat bazen sadece görmeyi öğretiyor bazen bize (bana), fikrimce. Benim daha çok yolum var bu konu ile ilgili, sizleri bilmiyorum :(

Hayatımızda bizleri okuyan insanlara ihtiyacımız var ve gerçek sevgiye. Ben klavuz diye yorumluyorum onları. Benim bir klavuzum var, hamdım ben, aldı yoğurdu beni. Daha önce başka bir yazımda da bahsetmiştim, bir klavuz olmak için bir etikete ihtiyacı yok kimsenin. Sade, sadelik.... Kabuk adam bir klavuz bana göre.

Her dönüşüm sancılı sanırım. Acı ile yoğuruluyoruz belki de. Yada belki de benim gibi duygularını daha yoğun yaşayan insanlar için böyledir. Bilemiyorum. Ama acı çekmeden dönüşemiyoruz. Tıpkı buzun suya dönüşmesi için erimesi gerektiği gibi. 

Kitabın bana hissettirdikleri bunlar. Herkes farklı şeyler alabilir bir kitaptan. Dolaylı da olsa gitgeller ve onun bahsettiği duygular alıp taa derinlere çekti beni.

Keyifli okumalar.








Benden- SEVGİLİ ÇOCUKLUĞUM



- Sevgili çocukluğum, nasılsın? Hayli zaman oldu senden ayrılalı. Dur bi dakika! Bir ses var... Derinlerden bir şeyler geliyor galiba. Çok az duyabiliyorum seni, yükselt biraz sesini, hadi!
O da ne yapsın, alışmış çok ses yükseltmemeye...

- Ama çok özledim seni, konuş biraz benimle, sen gibi konuş.

- Burdayım.

- İşte oldu.

- Beni yani çocukluğunu bıraktığın zamanları hatırlıyor musun? İşte evet tam orası. Ne için bıraktın beni?

- Aslında hiç bırakmak istememiştim.

-Yapma, bunu söyleyen sen olamazsın. Gönüllüydün bırakmaya, sırtına koca koca yükler almaya.

- Tamam yeter üzme beni.

- Ben üzsemde barışırım birazdan seninle, unuturum, bir oyun oynarsın benimle geçer.

- Yapma böyle ağlatacaksın beni.

- Ağlamak güzel şey, ağlayabilirsin, ben sık sık yaparım, önce dudağımı titreterek başlarım ağlamaya...

- Hatırladım, öyleydi değil mi ?

- Öyle...

- Tekrar bırakmak istemiyorum seni, sesimi zor duyurdum sana. Affet beni. Bundan sonra hep birlikteyiz, kaldığımız yerden büyüteceğim seni.

-İnanabilir miyim sana?

-Söz veriyorum.

-Anladın mı şimdi beni , sözüme geldin mi? Demeyeceğim tabiki bunları büyükler gibi. Hesaplarım olmayacak. Bazen küsebilirim ama hemen barışırım. Her güne yeni bir heyecanla başlarım, bazen okula giderken karnıma ağrılar girse de. Özlerim sevdiklerimi, unutmam, vakit ayırırım, vakit geçirmek isterim sevdiklerimle. Vaktim yok demem sana, oyunlarımın arasında senin için vakit yaratırım, vaktin olmaması diye bir şey yoktur nasıl olsa, sadece sana ayrılmayan vakit vardır yani demek istediğim.

-Deme öyle, değildir öyle aslında...

- Böyle diye diye attın beni derinlere, sesimi bile duyuramaz oldum sana.

- Yani...

- Yanisi falan yok aslında. Beni bırakmak istemiyordun değil mi bir daha?

-Evet.

-O zaman bana kulak ver, el ver, kalbini ver.

- Sımsıkı sarıldım sana.

- Hadi o zaman hep istemiştim de bir türlü olmamıştı, o süslü şemsiyeyi almaya gidelim bana.





BİR DELİNİN GÜNCESİ-ASLI ERDOĞAN


Yeni yılın ilk günlerinde tanıştığım yazar, Aslı Erdoğan oldu. İyi de oldu. Sevgili Aslı Erdoğan'ın Bir Delinin Güncesi, bir deneme kitabı. 50 kısa denemesi var. 

Yazarımız 1967 doğumlu, birçok ödülü var. 

Yazdıkları rahatsız edebilir, kendisi de zaten rahatsız olmamızı istiyor. Bildiğimiz şeyleri süslü cümlelerle tekrar yazamayacağından bahsediyor bir yazısında. Kalemi sert. Köşe yazarlığı yaparken biraz daha yumuşak yazmasını tavsiye edenler oluyormuş, o bunu hiç yapamamış, yapamam diyor zaten.  "Sadece yarayı, yıkımı, yokluğu, kurbanı dillendirmek adına yazdım" demiş Aslı Erdoğan...  Aynen kendisinin de dilediği gibi bazı cümleleri beni sarstı, bazı katılmadığım taraflar da oldu. Aslında zaten olması gereken bu değil midir? Sürekli onaylayacağımız cümleleri okuyacaksak okumanın ne anlamı var? Ben sevdim Aslı Erdoğan okumayı.

Bazen cehennemi yazmış diye düşündüğüm oldu okurken. 

Cehennemden cenneti yaratmak mümkün müdür? Düşündüm, düşündürdü. Oysaki o sadece cehennemi yazmıştı. İnsan böyle dedim kendi kendime, o hiç kurtulmaktan bahsetmemişti yazılarında. O yüzden okumak önemli, o yüzden görmek önemli işte. O yüzden edebiyat önemli...

Görmek bu kirlenişi, bu bulanıklığı ve bu sayede cehenneminden cenneti yaratmak zihninde yani fikrinde, yani fikrin de sen olduğuna göre, sende cenneti yaratmak mümkün. 

Okurken kendim için not aldığım ve sizlerle paylaşmak istediğim birkaç alıntı:

"Yalnızlığı iyi tanıyan insanlara özgü beklentisizliği. Kendi düş ağacını budamış, dünyayla hesabını süresiz ertelemişti."

"Hayatınızdaki her şeyin, biraz boş bulunsanız kayıp gideceğini sezdiğiniz anları bilirsiniz (Bilir misiniz?); ya da aslında dünya bir anlığına boş bulunsa, arka kapıdan sıvışacak olan sizsinizdir.(Kim olduğunu düşünmek zorunda kalmayanlar ya hep kazananlardır ya da vurdumduymazlar...)

"Oysa, tek tutkunun sahip olma tutkusu, tek özgürlüğün tüketme özgürlüğü sanıldığı bir dünyada, "erdem" uslu bir boyun eğiş, süregiden her şeyin onayı olarak sunulmaz mı?"

"En korkunç yalan, yansımasını ötekinin gözlerinde gördüğümüz yalandır. İşte bu cehennemden kaçmalı. Koşmalı. Yalınayak, cebindeki paraların, kimliklerin, anahtarların ağırlığından kurtulmuş, günebakanlara, denize, yaşama doğru..."

"Gawron'dan ve onun adsız, kayıp yüzlerinden öğrendim ki, düşenler olduğu gibi, bir de düşmeyenler, asla, hiçbir koşulda düşmeyenler var. Devrilseler bile düşmeyenler... Yaşamın fazlasıyla acımasız kesildiği, kimsenin gözünün yaşına bakmayan bir iktidar oyunu gibi göründüğü zamanda bu resme sığınabilirsiniz. Kendimizi, - belki nedensizce, belki değil- düştü düşecek gibi hissettiğimizde, ağır bir maske tarafından yeryüzüne çekiliyormuşçasına, kapaklanmamıza ramak kaldığında... Bizi ayakta tutmaya hazır bir çift görünmez kolun varlığına belki böyle inanabiliriz..."
(Gawron Polonya Direniş Örgütü'ndenmiş, çok güzel çizimleri varmış. Emir üzerine SS barakalarını gül çizimleriyle donatmış. Savaştan sonra bir daha hiç çizim yapmamış.)

Bir sonraki Aslı Erdoğan kitabı "Kabuk Adam" olacak. 

Sevgiyle...













Benden-DEVAM ET

Hissediyor musunuz siz de bilmiyorum? Her an değişiyor ve dönüşüyoruz. İyiye veya kötüye. Direksiyon bizde, nereye kıracağımız bize bağlı...