Benden-YIL BİTERKEN


Günler geçiyor, aylar, yıllar...Bu yılın da sonuna geldik.
Ne olursa olsun, her yeni yıl mutlaka yeni bir umut hepimiz için. Her bitiş yeni başlangıçlar için güzel bir sebep. Çünkü insanız ve umut edebilmemiz için hep bir sebebimizin olması gerekiyor.
Her biten şeyin ardından olduğu gibi bu yıl da biterken, içsel muhasebeleri vardır hepimizin mutlaka. Türlü türlü sıkıntılar, hayal kırıklıkları, güçsüzlükler...Bunlarla birlikte alınan yeni kararlar.
Son yılları düşündükçe ne kadar zor zamanlar yaşıyoruz, ne zor yıllar. Hep birlikte bu zamanların zorluğundan şikayetçiyiz, bunda hem fikiriz. Büyüdükçe mi bilmiyorum ama hayat çok ağır. Duyarsızlık ve yüzeysellik diz boyu. Görüyoruz ve yaşıyoruz. İnsanların yardıma ihtiyacı olduğunu görüp çekip gidiyor biraz ötedeki kediye yardım ediyoruz. (Kedilere yardım etmeyelim anlamına gelmiyor tabiki) Bu bir iç rahatlatma yöntemi, farkında olmadan yapılan.
Yaşamak, yaşayabilmek, bağlı olduğumuz kalıplardan, şimdiye kadar ebeveynlerimizden veya çevremizden kopyaladığımız, farkında olmadan içselleştirdiğimiz tarzdan sadece bizi biz yapacak olanları seçip yeniden doğmak ve defalarca daha doğmak, asıl yaşamak fikrimce. İnsanın kendi olmadan yaşadığı,  olduğu yere çivilediği hayatı akıp gitmekte aslında...Bu çok acı.
Bu yıl için daha çok kendim olabilmek adına sadece şöyle dileklerim var:
Daha çok farkında olmak istiyorum, daha çok  görmek...
Daha vicdanlı olmak istiyorum...
Daha duyarlı olmak istiyorum...
Daha sevgi dolu olmak istiyorum...
Daha iyi bir anne, daha iyi bir eş, daha iyi bir evlat, daha iyi bir kardeş, daha iyi bir dost olmak istiyorum...
Daha çok okumak istiyorum, daha çok okutmak istiyorum...
Daha çalışkan olmak istiyorum...
Sanatla ilgilenmek istiyorum...
Ellerimin ve gönlümün yardıma daha açık olmasını diliyorum...
Daha da vatansever olmak istiyorum...
Ve tüm insanlığın da bunları istemesini diliyorum.
Hepimize mutlu seneler olsun.




Benden- SWANN'LARIN TARAFI (MARCEL PROUST) KİTABINDA ADI GEÇEN RESİMLER



Swann'ların Tarafı kitabını okurken, kitapta geçen resimlere baktığımı söylemiştim. Özellikle kitabın kahramanı Swann, aşık oluğu kadını (Odette), Boticelli tablolalarında yer alan kadınlara benzetiyor.  Bazen yüzünü, bazen mimiğini, bazen bakışını. Hatta bu durum Swann'ın aşkının artmasına da sebep oluyor.

Kitabı okurken bu resimlere de bakmak ayrıca keyifli oluyor. Bulabildiğim resimlerden bir derleme yaptım.




Boticelli' nin Venüs'ün doğuşu tablosu. Venüs'ü bilmeden hep severdim, görünce daha da çok sevdim...


                                 
Boticelli'nin İlkbahar tablosu. Bu tabloya da bakmaya doyamadım...







Boticelli'nin Musa'nın Doğuşu Freski.






Nicolaes Maes- Diana'nın Portresi. Kadın yüzleri arasında benzerlikler dikkatinizi çekti mi?






Michelangelo'nun Yaradılış tablosu.





Belli'nin Fatih Sultan Mehmet portresi.

Bana keyif kattı, umarım sizler için de öyle olur.


KAYIP ZAMANIN İZİNDE- SWANN'LARIN TARAFI- MARCEL PROUST



2018 bitmeden önce kendim için büyük bir şey yaptım ve Marcel Proust okumaya başladım. Bu yıl kendime yaptığım yatırımların en iyilerinden biri diyebilirim. 

Kayıp Zamanın İzinde isimli dev eser yedi ciltten oluşuyor, şöyle ki:

Swann'ların Tarafı
Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde
Guarmantes Tarafı
Sodom ve Gomorra
Mahpus
Albertina Kayıp
Yakalanan Zaman

Ben henüz ilki olan Swann'ların Tarafını bitirdim, bir akşam yemeğine davetliymişim de henüz sadece çorbanın tadına bakmışım gibi hissediyorum kendimi çünkü bu çorbanın tadı bildiğim tüm çorbaların tadından farklı. 

Kitap üç bölümden oluşuyor: Combray, Swann'ın Bir Aşkı ve Memleket İsimleri. Combray'da çocukluk zamanlarından bahsedilmiş, çocukluğunda yaşadıkları, çocukluk algısı ile hissettikleri, ailesi, halası, çevresi...İkinci bölümde Swann'ın aşkını, nasıl aşık olduğunu, anılarını, yine kişileri nasıl çözümlediğini okuyoruz, üçüncü bölümde birinci bölümde yaşadığı çocukluğun devamı niteliğinde diyebilirim. Mükemmel kurgulanmış fakat kurgusundan ziyade beni en çok etkileyen sanırım tüm okuyanları da aynı şekilde etkileyen özelliği; bir olayı anlatırken o anda yaşadığı bir hissi bir anıyı tüm duyularıyla hissedip yazmış gibi, bize de hissettirebiliyor olması ve bu anıların, bu anların nerelere bağlandığını, bizlere neler çağrıştırdığını anlatabiliyor olması. Şimdiye dek bana hiçbir yazarın anlatamadığı şeyleri anlattı. Buz altında kalmış insan gizlerinin, hislerinin, tepkilerini n, çözümlemeleri gibi geldi. 

Proust beni bu denli etkileyince hakkında biraz araştırma yaptım. Proust'un aslında bir sinir bilimci gibi çözümlemelerinin olduğu şeklinde yaygın bir kanı oluşmuş. Hatta bir sinestezik olabileceği yönünde bazı düşünceler bile var. Beni hiç şaşırtmadı. 

Olaylar kronolojik bir sıraya bağlı olarak verilmemiş. Bir olay anlatırken o arada zihninizde bir kapı aralıyor ve sanki bizi o kapıdan tahmin edemeyeceğimiz bahçelere götürüyor, ıhlamuruna  madlen batırdıktan sonra yaşadığı gibi; "...tıpkı Japonların, suyla dolu porselen bir kaseye attıkları silik kağıt parçalarının, suya girer girmez çözülüp şekillenerek, renklenerek belirginlik kazandığı, somut, şüpheye yer bırakmayan birer çiçek, ev, insan olduğu oyunlarındaki gibi, hem bizim bahçedeki, hem M. Swann'ın bahçesindeki bütün çiçekler, Vivonne nehrinin nilüferleri, köyün iyi yürekli sakinleri, onların küçük evleri, kilise, bütün Combray ve civarı şekillenip hacim kazandı, bahçeleriyle bütün kent çay fincanımdan dışarı fırladı. "

Romanda yer alan bir diğer özellik de (beni meraklandıran) Swann isimli kahramanımızın tablolar da gördüğü figürlerle hayatında yer alan insanlar arasında bağlantı kurması. Aşık olduğu kadını, Boticelli tablolarında yer alan kadınlara benzetmesi yada gördüğü birini Bellini'nin meşhur Fatih Sultan Mehmet tablosundaki Fatih'e benzetmesi gibi (bazılarında görünümü, bazılarında mimiği yada bakışı olabilir) Kitapta,tabloların isimleri geçtikçe açıp internetten resimlere baktım ve gözümde canlandırmaya çalıştım ben de. Bir paylaşım da kitapta yer alan resimleri paylaşmayı düşünüyorum.

İşte size birkaç alıntı:

"Çevremizdeki nesnelerin durağanlığı, bu nesnelerin başka nesneler değil de, onlar olduklarından emin olmamızın, yani düşüncemizin onların karşısında durağan olmasının zorunlu bir sonucudur belki de."

"Alışkanlık! Zihnimizin haftalar boyunca geçici bir düzende azap çekmesine göz yuman alışkanlık, ama o olmasa, kendi imkanlarıyla sınırlı kalan zihnimizin, bize içinde yaşanabilecek bir barınak sunamayacağı için, her şeye rağmen bulduğu zaman sevindiği, o becerikli ama ağırkanlı düzenleyici!"

"Ne var ki, hayatın en önemsiz ayrıntıları açısından bakıldığında bile, insan, herkesin gözünde özdeş, isteyenin bir şartnameyi yada vasiyetnameyi inceler gibi inceleyebileceği maddi bir bütün teşkil etmez; sosyal kişiliğimiz, başkalarının süşüncesinin yarattığı bir şeydir.'Tanıdığımız birini görmek' diye adlandırdığımız basit bir eylem bile, kısmen zihinsel bir eylemdir. Baktığımız insanın dış görünüşünü, ona ilişkin bütün kavramlarımızla doldururuz ve gözümüzde canlandırdığımız bütün içinde, hiç şüphesiz bu kavramlar daha fazla yer tutar."

"Geçmişi hatırlama gayretimiz nafile, zihnimizin bütün çabaları boşunadır. Geçmiş, zihnin hakimiyet alanının, kavrayış gücünün dışında bir yerde, hiç ihtimal vermediğimiz bir nesnenin (bu nesnenin bize yaşatacağı duygunun) içinde gizlidir. Bu nesneye ölmeden önce rastlayıp rastlamamız ise tesadüfe bağlıdır."

"...hayatın hayal gücü zenginliğine hayran olmak isteyen ve en arzulanır şeyin ne olacağını düşünmek gibi zor bir meseleye uzun süre yoğunlaşamayan zihni, o gece yaşadığı ıstırapla henüz aklından geçmeyen ama tohumları atılan hazlar arasında zorunlu bir bağlantı kuruyordu.."

Kitap insanlarla ilgili olduğu kadar kendimle ilgili de farkındalık yarattı ben de. İkinci kitap için heyecanlıyım fakat bir çırpıda bitmesini istemiyorum. 

Herkese keyifli okumalar dilerim.






















Benden - NE GARİP BİR ŞEYSİN



Evi, arabası olmayanları, dolgun maaşlı meslek gruplarından olmayanları, çocuğu özel okula gitmeyenleri, her gün çeşit çeşit giyinmeyenleri, kadınlar için zengin kocası olmayanları, erkekler için eli yüzü düzgün, her gün çeşit çeşit giyinen karısı olmayanları artık dövüyorlar biliyor musunuz?

Sosyal medya da boy boy fotoğrafların altına kendi orada güzel göründüğü için değil de aslında önemli bir konuya vurgu yapmak için fotoğraf paylaştığını düşündürttüğünü zannedebilen sevimli arkadaşlarımızı, çocuğunun güzel bir fotoğrafını paylaşıyormuş gibi yapıp arka tarafta özenle çocuğun tüm odasını yada yeni aldığı bilmem kaç liralık oyuncağını da tesadüfen karede çıkmış gibi gösteren gönül gözü yüksek arkadaşlarımızı,  her fotoğrafın altına bilmem kim gelmiş hoşgelmiş - böyle olduğunda şöyle olduğu doğrudur kalıplarını (artık sosyal medya aleminde kalıp oldular çünkü) yada "susuyorum ama her şeyin farkındayım" şeklinde habire birbirine giydiren zeki arkadaşlarımızı hayatınızın bir parçası yapmıyor musunuz? Ayy ne kadar da fesatsınız, kıskanıyor musunuz yoksa siz onları?

İş yerinde milleti gözetlemekten kendine bakamayanları, her konuda kendini nimetten sayanları, herkesi ne olursa bağrına basanları, idare edeceğim derken sürekli birilerinin mağdur olmasını kabullenenleri anlayamıyor musunuz? Sanırım sizin biraz aklınız kıt.

Üstüne vazife olmayan işlere kalkıştıysan, yazıyorsan mesela. Nereden çıktı canım, her şeye de el atıyorsun sen, yapsa kocası yapardı onun.

Serviste sürekli kitap okuduğunuz için "akademik olan benim, sen benden daha çok okuyorsun" deyip durumu komik bulan arkadaşınızı anlayamıyorsanız, siz kendinize yakışanı yapmamışsınızdır.

Her şey de ne kadar pahalı deyip, dökülen evinin piyasası bu oluduğu için dünya paralar kira istemiyor musun? Sen gerçekten zam salaksın. Hayatta ne yaparsa insan kendisi yapıyor sonuçta istese çok iyi paralar kazanabilirdi.

Hiçç boşuna donup kalma öyle garip olan sensin! Ne hassas ne garip bir şeysin!

Geçen bir arkadaşımla konuşurken bana "Bu zamanın insanı değiliz" demişti. "Değiliz" dedim...Ve eklemiştim; "Hassas olmak çok zor " Hakikaten de öyle, bazen kendime karşıdaki balıkçı teknesine bakar gibi bakıyorum.

Ne kadar yaş alırsam alayım hiçbir zaman değişemeyeceğimi anladım. Değişememek ile anlatmak istediğim alışamamak! Benim için önemli olan değerlerin çoğu insanın önemsemediğini sadece kendini ve maddelerini önemsediğini biliyorum.  Sanırım artık hayatta her şeyini hatta tüm mutluluklarını maddiyata bağlayan  insanlarla, aldığı hiç bir nesnenin kendisini tatmin edemeyip almaya devam edip aldığı zaman da mutsuz, alamadığı zaman da mutsuz insanlarla, bir nesneden mutluluk bekleyen insanlarla, hayatta sadece kendini önemseyip empati kurmayan insanlarla, akademik üstünlük taslamaya çalışan insanlarla, arkadaşının başarısını ve mutluluğunu sessizlikle karşılayan insanlarla, giydiği kıyafet yada yaptığı iş sebebiyle kendini herkesten çok nimetten sayan insanlarla muhattap olmak istemiyorum.

Hayat çok kısa ve benim artık sadece gerçek olan şeyler için enerjim var.



ÇOCUKLUĞUM-MAKSİM GORKİ



Maksi Gorki'nin ünlü üçlemesinden ilki olan Çocukluğum, 1913 yılında kaleme alınmış. Bu üçleme (Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim) yazarın kendi hayatını anlatmaktadır. Kendi hayatı olduğu için daha da ilgiyle okumama sebep oldu çünkü bir Maksim Gorki nasıl olmuş meraklanmıştım. (Henüz Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim'i okumadım.)

"Gorki" aslında yazarın takma adı  ve "acı" anlamına geliyormuş. Gerçekten de Gorki adına yaraşır bir çocukluk geçirmiş. Küçük yaşta babasını kaybettikten sonra ninesi ve dedesi ile yaşamaya başlıyor. Yoksulluk, sokaklar, şiddet, üvey baba, miras düşkünü akrabalar, ölüm, baba özlemi ile örülü çok kötü bir çocukluk geçirmiş. Tüm bu kötülüklerin sarılı olduğu çevresindeki ve hayatındaki en önemli karakterin ninesi olduğunu görüyoruz. Böyle karakterler sayesinde mi dönüyor dünya acaba diye düşünmeden edemiyorum? Gerçekten de onlar hep varlar, kılavuz olmak için gelmişler dünyaya. Doğuştan bu yetilere sahip insanlar. Bir kılavuzsanız, bunun için illa bir "guru" yada bir "yeronda " olmanıza gerek yok değil mi?

İnancın yavaş yavaş anlaşılmaya başladığı yaşlar da o da bazı şeyleri sorguluyor. Şöyle ki; ninesinin tanrısı ile dedesinin tanrısının çok farklı olduğundan bahsediyor, ninesinin tanrısı hep sevgi dolu, dedesinin tanrısı ise çok sert. Çünkü dedesi şiddette başvuran, baskıcı biri. Ama sürekli hem ninesi hem de dedesi tanrıya dua ediyorlar. O da çocuk yaşında aynı tanrıya dua ediyor olamadıklarını düşünüyor sanırım, zaman zaman hepimizin hissedebildiği gibi.

Ben kitabı okuduktan sonra birkaç arkadaşıma daha tavsiye etmiştim, bazıları çok acıklı ve sıkıcı buldular. Ben ise hep çok severim bu kitabı. Şu etten ve kemikten oluşan insanın aslında ruhunun hamur gibi yoğurulmaya çok müsait olduğunu, herkesin hayatını ve kim olduğunu kırılma noktalarının etkilediğini ve çocukluğun kim olacağımız yönünde hayatımızı nasıl şekillendirdiğini görüyorum. O yüzden okurken arabeskmiş gibi değil de gerçekten birinin yaşadıkları, hayatı diye okumak ve empati yapmaya çalışmak daha doğru olur.

Kitaptan bir kaç alıntı ile bitireyim:

"Ninem Tanrı'nın adını, büyükbabam kadar sık ağzına almazdı, ama yine onun Tanrı'sını kendime daha yakın bulurdum; ondan korkmaz, yalnız utanırdım; öyle ki bu yüzden nineme hiç yalan söylemezdim. Bu kadar iyi Tanrı'dan bir şey saklamak olanaksızdı ve böyle bir istek aklımın ucundan bile geçmiyordu."

"Hayatımız bizi her türden rezil, aşağılık yanlarının bolluğu ile şaşırttığı kadar; bunca pisliğin, rezilliğin ortasında aydınlık, insancıl bir hayat yaratacağımıza ilişkin sarsılmaz bir umudu var eden ışıltı, sağlıklı, yaratıcı, insancıl, iyi bir şeylerin karşı konulmaz biçimde gelişip durmasıyla da şaşırtır."

Her çocuğun çevresinde bir kılavuzun olması dileğimle...





Benden- GÖRMEK-EDWARD HOOPER




Hooper'ın tabloları ile tanışmış mıydınız? Ben tanışmamıştım. Alain De Botton' ın Görmek ve Farketmek kitabı sayesinde tanıştım ben de. Kitabı okuduğum günden beri ara ara tabloları açıp bakıyorum.




Resimden çok anladığımı söyleyemem ama tablolar beni çok etkiledi. Yalınlık ruhumuza hitap ediyor sanki.





Yalnızlık ise günümüzün ve belki de tüm zamanların yalnızlığı. 






Her birimiz farklı şeyleri hissediyor olabiliriz resimlere bakınca. Ama günümüzün en büyük problemlerinden biri olan tüketim her şeyi alıyor elimizden. Öyle ki bakıp görmüyoruz.






Ressam Edward Hooper 1882-1967 yılları arasında yaşamış. Ününe 1920 li yıllarda erişmiş, ışığı kullanışı ve geniş açılı perspektifi ile ünlü bir ressam.






Her gün gelip geçtiğim yollarda görmediğim neler var diye düşünüyorum. Eminim ki bir çok şey. Çevremizi görmeyişimiz gibi duygularımızda köreliyor sanırım. Olan bitenlere de duyarsız kalıyoruz. Görmekle ilgili eğitim almak isterdim. Hatta keşke çocuklarımız böyle bir eğitim alabilseler.


Kitap paylaşımlarım da olduğu gibi tabloların bana hissettirdikleri ile ilgili yazmak istedim ve öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak. Zira görebilmek için en çok ihtiyacımız olan şey bilgi ve sanat değil mi?





Çocuk Kitapları-SUYU SEVMEYEN KROKODİL-GEMMA MERINO


Çocuk kitapları kısmında bu hafta Suyu Sevmeyen Krokodil var. Okul öncesi çocuk kitapları demek daha doğru, kızımın yaşı sebebiyle ilgi alanım bu yönde. Umarım sizlerin de işinize yarar. Kızım kadar bu kitapları ben de çok seviyorum. Ayrıca şunu da belirtmeliyim, kitaplar onların şu küçücük yaşlarında o kadar etkililer ki açıkça gözlemlenebiliyor. Kelime dağarcıkları ve hayal dünyaları müthiş gelişiyor.

Kitabımızın tanıtımına geçmeden önce sinema etkinliğimizden bahsedeyim biraz, belki çocuğu olanlara bir fikir verir. Bugün Minyonlar'ın yapımcısının bir filmi olan Grinch'e gittik kızımla. Kötü biri olan Grinch'in kötülükten iyiliğe nasıl evrildiğini izledik birlikte, tam bir yeniyıl ve kış hikayesi. Görüntüler çok güzel, ailecek izleyebileceğiniz bir animasyon filmi.

Gelelim kitabımıza.Krokodil kardeşler Margo, Marlon, Mörvin, Marvin, Mörfi ve Arnıld'in hikayesini anlatıyor bizlere. Bu kardeşlerin biri hariç en sevdikleri şey suda oynamak. Arnıld kendini ne kadar zorlarsa zorlasın bir türlü suyu sevemiyor. Suyu sevebilmek ve kardeşleri ile suda vakit geçirmek için elinden geleni yapıyor ama nafile. Arnıld ağaçlara tırmanmayı, dallarda sallanmayı seviyor. Arnıld çabalıyor çabalıyor, tüm bu çabaların sonunda Arnıld'ın bir krokodil değil bir ejderha olduğu anlaşılıyor.  Meğer bir ejderhanın yumurtası krokodil yumurtaları arasına karışıyor ve hepsi birbirine benzediklerinden, Arnıld tesadüfen ateş püskürtene kadar kardeş olduklarını zannediyorlar.

Kitabın boyutu yine büyük. Yayınevi Pearson. Resimler çok güzel, çocukların hayal dünyasına hitab ediyor, ben bile kendimi hikayenin için de buluyorum. Okul öncesi çocuklara üç yaştan itibaren uygun diye düşünüyorum.

Miniklere bol hayalli, bol eğlenceli dakikalar...





KUŞLAR DA GİTTİ- YAŞAR KEMAL




Bu romanı okurken aklıma ilk gelen soru şu oldu: Yoksulluk bu dünyadaki en ağır şey mi? Sanırım öyle. Karşı çıkanlar olabilir ama benim fikrimce öyle. Çünkü başka hangi türde acıları olursa olsun insanın, yoksullukla birlikte iyice katmerleniyormuş gibi geliyor çektikleri. Bu yüzden de işte bizim edebiyatımız da mutlaka kıyısından köşesinden de olsa değinir hep o yokluğa, bilir belki de bizim milletimizin bam teli hep orada titrer, hep yokluk çekmiştir çünkü Anadolu, çünkü yoktur işte, yok olan, olmayan şey, çaresiz olunan...Türetilebilir yüzlerce.

Bu kısa roman, Yaşar Kemal'in tefrika edilmeden yayınlanan ilk romanı. Kısa roman bana göre mükemmel bir şey, 79 sayfa ne kadar da çok şey anlatıyor bizlere.

İstanbul'da kuş yakalayıp azat buzatlık satmaya çalışan bir grup yoksul çocuğu anlatıyor, çocuğu anlatırken insanlığı da anlatıyor, insanlığın ne zaman yitip gittiğini sorgulatıyor bizlere. Peki azat buzatlık kuş ne demek? Eskiden çocuklar İstanbul'da meydanlarda, cami önlerinde, parklarda kuşları yakalayıp satarlarmış. Alan kişilerde 'Azat buzat beni, cennet kapısında gözet beni' diyerek  salıverirlermiş. Özgürlüğüne kavuşan kuşların onları cennet kapısında gözeteceklerini düşünürlermiş.

Çok duygu yüklü bir roman, Yaşar Kemal'in de en çok okunan dördüncü romanıymış.

Size kitaptan birkaç alıntı:

"Bir mavi kuş vardı, o zamanlar, şimdi gelmez oldu, kökü kesildi zaar. Küçücüktü, bir başparmaktan az iriceydi. Belkide daha iriydi de, insanın kafası makina değildir ki, küçüğü büyük, büyüğü küçük anımsar. Som mavi, güzel, biçimli gagalı, iri kapkara gözlü, lekesiz, yanardöner mavide bir kuştu. Mavisi insanın yüzüne gözüne bulaşır, içinde bir aydınlık seli gibi boşanırdı. Dünya aydınlık, güzel, sevinçli bir som mavide balkırdı. Kuşlar geceyi, ay ışığını bile mavilerdi."


" İnsanlık öldü mü? dedim.
Yok dedi, "ölmedi, ölmedi ama, bir şeyler oldu, başka bir yerlerde sıkıştı kaldı herhalde?"
Nerede kaldı acaba?"
Mahmut'un yüzü bir sevinç ışığında şakıdı. İnsanlık belki Mahmudun bu ağız dolusu gülüşünde, bu yürek dolusu sevincindedir, kim bilir, belki...
'Kuşlar da gitti' dedi Mahmut."


Yaşar Kemal romanını yazarken kuşlar çoktan gitmişlerdi, biz bugün hala bu romanı okuyorken artık kuş değil gökyüzünü bile göremez durumdayız değil mi? Kimbilir belki gelecek nesiller yeniden bulur kuşları, biz bulamadık. Belki yine maviye balkır gökyüzü.

Keyifli okumalar.







KOLERA GÜNLERİNDE AŞK-GABRIEL GARCIA MARQUEZ


Marquez'in 1985 yılında kaleme aldığı roman, 19. yüzyılda başlayıp bir ömür süren bir aşkı konu alıyor. Aşkın birçok halini anlatıyor bize.

Yazarımız büyülü gerçeklik akımının ustalarından. Büyülü gerçekliğin en önemli özelliğı, her duyguyu zıt halleriyle birlikte konu alması bana göre. Okurken zihnimi oradan oraya sürükledi ve sürekli düşündürdü, yordu bile diyebilirim. Tabiki bu yorgunlukların en güzeli çünkü düşünürken yoruluyorsunuz.

İnsanın karmaşık yapısında, aşk denilen duygunun farklı boyutlarda, farklı şekillerde yaşanabildiğini, aynı kişilerin yaşamın getirdikleri ile birlikte birçok halini anlatıyor bize.

Yaşanmışlığın insan tanıma üzerine bizlere tecrübe kazandırdığına mutlaka katılıyorum ama insanın hayal bile edemeyeceği karakterler var hayatta ve okumanın bu yönümüzü de çokça geliştirdiğini düşünüyorum. Onlarca kişi, yüzlerce his tanımış oldum.

Florentino Ariza, Fermina Daza'yı tam elli üç yıl, yedi ay, on bir gün bekliyor. Beklerken iki tarafın da yaşadıkları hayatı daha doğrusu bir ömrü okuyoruz. Böyle bir ömürde sanki hissedilebilecek ne varsa anlatmış bize. Dönemin kolera salgını ve yine dönemin toplumsal karmaşası içinde yaşananlar.

Romanın kurgusu mükemmel, her satır okumaya değer. 394 sayfalık bir eser. Orijinal adı"El Amor en Los Tiempos del Colera". Benim elimdeki kitap 2009 basımı.

Roman, sinemaya da uyarlanmış. Yönetmeninin, filmin çekilmesi için Marquez'i çok zor ikna ettiğini okumuştum. Filmi izlemeye korkuyorum çünkü kitabı olan filmler malesef kitabın yoğunluğunda duyguyu yaşatamadığı için hayal kırıklığı olabiliyor.

Size kitaptan birkaç alıntı:

"Her şeye karşın, yüreğin belleğinin kötü anıları sildiğini, iyileri büyüttüğünü, geçmişe katlanmayı bu hile sayesinde başardığımızı bilmeyecek kadar gençti daha."

"İnsanların her zaman annelerinin onları dünyaya getirdiği zaman doğmadıkları, yaşamın onları bir kez daha, hem de sık sık kendilerinden doğmaya zorladığı düşüncesine kaptırdı kendini."

"Felaketlerde aşk daha yüce daha soylu olur."

"Yaşamın yıprattığı iki yaşlı evli insan gibi, tutkunun tuzaklarının ötesinde, umudun acımasız olaylarının, hayal bozumlarının yanılsamalarının ötesinde, sessizlik içinde yaşıyorlardı: aşkın ötesinde. Çünkü ne zaman, nerede olursa olsun, ama en çok da ölüme yaklaşıldıkça aşkın aşk olduğunun bilincine varmaya yetecek kadar yaşamışlardı birlikte."

"Ölümden çok yaşamdı sınırsız olan."

Keyifli okumalar.










Benden- KALBİMİZ KIRIK




 “Bu yıl çok güçlü performanslar vardı; nefes kesen işlerdi. Beni şaşırtan bir performans oldu. Kancalarını kalbime batırdı. İyi olduğu için değil, çok etkileyici ve işini yaptığı içindi. Hedef kitleyi güldürüp dişlerini gösterdi. Ülkemizdeki en saygın koltuğa oturması istenen kişinin, engelli bir muhabiri taklit ettiği andı bu. Ayrıcalık, güç ve mücadele kapasitesi açısından üstün biri. Bunu gördüğümde kalbim kırıldı ve aklımdan çıkaramadım, çünkü bu bir film değil, gerçek hayattı”…

2017 yılında, Altın Küre ödülünü alırken benim de hayranı olduğum Merly Streep’in bir konuşmasından bir alıntıdır yukarıda yer alan paragraf. Streep’in bahsettiği kişi anlamış olduğunuz gibi Trump. 

Konuşmayı ilk izlediğimde benim de kalbime kancaların battığını hissetmiştim, hemen hemen her gün artık birçok insanın yaşadığı gibi. Kalbimiz ne kadar da kırık! Sadece kendi ülkemizde değil kavramların birbirine girmesi. Dünyada da gözlemliyoruz işte böyle;  bu kibri, bu içi boşluğu.

Öyle bir yerdeyiz ki insanlığın kafası çok karışık. Göre göre birçok şeyi normalleştirmeye başladık. Bu şekilde oluyor çünkü. Alışıyoruz her şeye. Kabalığa alışıyoruz. Kötülüğe alışıyoruz. Ama alışmamalıyız. Doğru bildiğimizden şaşmamalıyız, nekazetle kabullenmeyi, karşı koymakla kabalığı birbirine karıştırmamalıyız.

3 Aralık Dünya Engelliler gününde sizlere beni etkileyen bir konuşmadan alıntı yaparak hissettiklerimi anlatmaya çalıştım. Hiçbir engelli kişinin engelinden ötürü bu psikolojik baskıya, bu zalimliğe maruz kalmamasını diliyorum. Biraz farkındalık yaratmak istedim. Düşüncelerimiz hücreler gibi bizi sarıyor çünkü. Son olarak sadece şunu söyleyebilirim; lütfen kabalığa izin vermeyin çevrenizde, kötülüğe izin vermeyin.

Bugün sebebiyle, biraz daha herkeste farkındalık yaratacak bir yazıya dikkatinizi çekmek istiyorum. ‘Kitaplara Kaçanlar’ adlı blog da paylaşılan güzel bir yazı. Aşağıda yer alan linkden ulaşabilirsiniz.


Sevgiler.

Çocuk Kitapları-TOMBİK AYI UYUYUNCA-KARMA WILSON&JANE CHAPMAN


Herkese merhaba. Pazar günleri bir çocuk kitabı paylaşma niyetindeydim fakat bu pazar yetişemedim. Pazartesinin ilk saatlerinde paylaşıyorum bende.

Kızımın en çok sevdiği kitabı, 'Tombik Ayı Uyuyunca' işte sizlerle birlikte. Bu kitabı ben de ayrı bir seviyorum. Niye derseniz sıcacık bir kitap. Şimdiki çocuklar yayınlar yönünden çok şanslı. Biz küçükken bu kadar çeşit yoktu.

Kitapta, bir kış günü, baş kahramanımız tombik ayı, mağarasında uyuyor. Ardından fare, soğuktan korunmak için mağaraya geliyor ve ateş yakıyor. Ateşi farkeden tavşan, porsuk, sincap, köstebek, çalıkuşu ve karga başlıyorlar hep birlikte eğlenmeye. Karınları acıkınca çorba yapmaya koyuluyorlar. Fare kara biberi çorbaya koyarken, bir karabiber tanesi tombik ayının burnuna kaçıyor. Tombik ayı hapşurarak uyanıyor...

Harika bir dostluk hikayesi.

Kitabın anlatımı da çok hoş. Cümleler birbirine o kadar uygun ki şiir okuyormuş gibi okuyorsunuz. Bu, çocukların daha da hoşuna gidiyor. Bir de doğadan bolca yansıma kullanılmış. "Fındıklardan yediler hep beraber. Çatur! Çutur! Kıtır!" gibi. Kızım, her seferinde burda kikirdiyor:)

Kitabın boyutu büyük. Çocuklar için böyle büyük ve az cümleli, bol resimli kitaplar çok uygun. Sanki onların dikkat süresine göre ayarlanmış gibi. İki yaş üstüne tavsiye edilebilir. Biz iki yıldır ara ara okuyoruz tombik ayıcığımızı.

Tombik Ayı serisi, yedi kitaptan oluşuyor. Yayın evi Pearson.

Küçüklere, büyüklere bol kitaplı günler :)


Benden-GEÇİP GİDEN ZAMANLARI BİR YERLERDE BULSAM






Zaman! Nasıl da değerlidir zaman, paradan bile değerlidir. Para tekrar kazanılır ama zaman kaybedilince, geri gelmez. Çok sinsidir bir de, hiç anlaşılmaz nasıl yitip gittiği. Bir bakıvermişsiniz seneler akıp gitmiş…

Zamanın bu kadar değerli olduğunu ne zaman fark ediyoruz peki? Genelde yaşımız ilerledikten sonra.

Kiminle konuşsam zamanı yok, dinlenmeye bile vakit bulamamaktan yakınıyor. Kiminle konuşsam yetişemediğini söylüyor. Yetişemiyorum, yetişemiyorum! Ben de zaman zaman yakınıyorum.

Zamanı doğru değerlendirebilmek için planlı olmak gerekli. Bir de herkesin birbirine saygılı olması gerekli. ‘’Saygılı olmak ne alaka?’’  diyebilirsiniz.

Şöyle bir alakası var anlatayım:

Toplum olarak biz özel hayatın tanımını tam olarak idrak edemiyoruz sanırım. (TDK tanımına göre “Kişinin kendine özgü yaşayışı, yaşama tarzı, kendisini ilgilendiren tutum ve davranışı” dır. ) Herkesin sadece kendine ait özel bir hayatının bulunması gerekir. Özel hayat deyince, hemen birilerinin arkasından iş çevirmek olarak algılanıyor. Benim bahsettiğim özel hayat,  bir kişinin sadece kendine ayırdığı vakittir. Okumak, araştırmak, ilgilendiği bir hobiyi yapmak, bazen sadece kafa dinlemek ya da bazen sadece kendi arkadaşlarınla bir şeyler yapmak gibi. Hayatı paylaşmak demek tüm zamanınızı birilerine harcamak değildir, eşinize çocuğunuza bile. Bu denli adanmışlık kimsenin işine yaramaz. Ruhunu besleyemeyen insanın, çoluğu çocuğu için de verimli olabileceğini düşünmüyorum, birlikte yaşamak birbirimize değer kattığımız zaman güzel. Tüm zamanımızı sevdiklerimize ayırmadığımız zaman onlar bundan kötü etkilenmeyecek bilakis, onların da kendilerine zaman ayırmalarını sağlamış olacağız.

Bunlar sadece benim düşüncelerim, çevreden duyduklarım, gözlemlerim.

Sizlerle paylaşmak istedim.

Değerli zamanınızı ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

BÜYÜK BLOG TAKİP ETKİNLİĞİ

Herkese merhaba,

Dün https://www.dertlidostum.com/  (namı diğer dert anası) sayesinde katıldığım bir takip etkinliğinden bahsetmek isterim. Böyle bir etkinliğe beni de davet ettikleri için çok teşekkür ederim.

Blogların takip trafiğini artırmak ve blogların keşfedilebilir ve ulaşılabilir kılınması açısından önemli bir etkinlik. 

Dileyen bloglar kolayca katılabilir, son katılım tarihi diye bir şey yok. Sadece aşağıda yer alan bazı şartları yerine getirmek gerekli.


1- Aşağıda yer alan linklerden blogları tek tek ziyaret edip takibe almalısın. Takip bölümü yok ise e-mail ile abone olmalısın.

2- Takibe aldığımız blogda 'Büyük Blog Takip Etkinliği' yazısının altına etkinliğe katıldığına dair yorumunla birlikte linkini de ilave edip paylaşmalısın.

3- Son olarak da benim şuan yaptığım gibi 'Büyük Blog Takip Etkinliği' adı altında bir yazı hazırlayıp kendi linkini de ekleyerek paylaşmalısın.

İşte hepsi bu kadar :) 

Sevgiler.

Linkler: 

https://www.lerzankaradan.com/ 

http://kelebeketkisi39.blogspot.com/ 

http://neselisusevim.blogspot.com/ 

https://esratakim.blogspot.com/ 

http://yelizinkesifleri.com/ 

https://www.masalzehra.com/ 

https://beautypery.blogspot.com/ 

https://www.makyajliyorum.com/ 

https://kadincada.blogspot.com/

https://melciblog.blogspot.com/2018/11/blogger-tansma-etkinligi.html

https://www.sosyalmedyakafe.com/

https://tanerkoc.blogspot.com/

http://renkliblogsayfam.site/

https://aylakeditor.blogspot.com

https://camdandusler.blogspot.com/

http://alevkaraca.blogspot.com.tr/

http://www.sosyalanneyim.com/ 


https://yesimlehertelden.blogspot.com.tr/ 

https://bahceperim.blogspot.com.tr/ 

http://anonimden.blogspot.com/

http://siirgibihayatlar.blogspot.com/

https://sadevederin.blogspot.com/

https://fatofotofan.blogspot.com/

https://aysecetarifdefterim.blogspot.com/


https://www.dertlidostum.com/

https://sokagaacilanblog.blogspot.com

https://milentry-blog.blogspot.com/

https://mavidaktilo24.blogspot.com/

https://blogonerr1.blogspot.com/

https://comertbilge.blogspot.com/

https://melekmotcucizim.blogspot.com

https://renklihayallerfabrikasi.blogspot.com/

https://sevdayazarim.blogspot.com/

https://tubisle.blogspot.com/

http://melankolikhavalar.blogspot.com/

https://www.deryasoyguel.com/

https://www.deryaninsporgunlugu.com/

https://www.deriasworld.com/


http://www.dlkgzr.com/

https://ninovakitaplik.blogspot.com/


UYGARLIĞIN KÖKENİ SUMERLİLER-1 - MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ



Kitabın tanıtımına başlamadan önce biraz Muazzez İlmiye ÇIĞ'dan bahsetmek istiyorum. 1914 doğumlu koca bir çınar o... Bursa Kız Öğretmen Okulu'nu 1931 yılında bitirdikten sonra 4,5 yıl ilkokul öğretmenliği yapmış. Atatürk'ün emriyle kurulan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin Hititoloji Bölümü'ne 1936 yılında kaydolmuş. 

Çalışmaları ile İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni bir Eski Ön- Asya araştırma merkezi haline getirmiş ve Sumer, Akad, Hitit dillerinde yazılmış 74 bin çivi yazılı belge üzerinde 33 yıl çalışmış. 

Tam bir Cumhuriyet kadınıdır, ve bilgisini hala bizlere aktarmaya devam etmektedir.

Uygarlığın Kökeni Sumerliler iki cilt olarak yazılmıştır. Benim tanıtacağım ilki, henüz ikincisini okuyamadım. 

Bu kitapta ağırlıklı olarak Sumer edebiyatını tanıtıyor Muazzez İlmiye ÇIĞ. Destanları, efsaneleri, ağıtları, atasözleri, şiirleri (tarihte ilk kadın şairin), deyimleri... 

Bugün hayatımıza yerleşmiş birçok şeyin ta o zamanlardan gelmiş olabileceğini düşündürüyor. Hıdrellez şenlikleri (İnanna ve yer altından çıkan Dumuzi'nin kavuşması ile baharın başlaması) , bugün kadınların tırnaklarına sürdükleri ojenin ta o zamanlar da başladığının düşünülmesi (bitkilerle) gibi gibi daha bir çok bilgi ile dolu. 

Okumak biraz ilgi gerektirebilir ama yine de okunmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Ve son olarak yazımı Atatürk'ün kitapta da yer alan bir sözü ile bitirmek istiyorum; 

''Çağdaş uygarlığı anlayabilmek, dünya yüzünde eski uygarlıkları, bütün insanlığın ilk uygarlıklarını doğru tanıyabilmekle mümkündür.''

Keyifli okumalar.



GÖRMEK VE FARK ETMEK- ALAIN DE BOTTON




Görmek ve Fark Etmek kitabı, çevremizde göremediğimiz ve fark edemediğimiz bir çok şeyin olduğunu hatırlatıyor. Hayatın yalın halinden ne kadar da güzel anlamlar çıkarıyor.

Kitap dokuz başlıktan oluşuyor:

Sıkıcı Kentlerin Büyüleyiciliği
Yalnız Erkekler
Hayvanat Bahçesi
Yazmak
Mizah
Çalışma ve Mutluluk
Özgünlük
Havaalanı
Hüznün Güzelliği

Yazarımız, çevremizde görüp hissettiğimiz şeyleri çok güzel bir dille bizlere sunmuş, anlatım dili yalın ve akıcı. Okurken kendimize doğru yolculuğa çıkıyoruz. Ama bu yolculuk çok derinlere değil. Aslında çoğu zaman günlük hayatta yaşadığımız şeylerle ilintili. Çok güzel saptamaları var:

‘’Ne yazık ki bunu sık sık unutuyoruz. Bir çocuk için bir dilim ekmeğe yağ sürmenin, yatakları toplamanın olağanüstü güzellikler barındırabileceğini hep unutuyoruz.’’ Ne güzel bir cümle, basit olan bu eylemler ne güzel duygular barındırıyor hâlbuki.

‘’Yüksek statüye sahip olma arzusunun en güçlü olduğu yerler, sıradan olmanın saygın ve rahat bir yaşam sürmek için gerekli olan asgari koşullardan yoksun olmak anlamına geldiği ülkelerdir.’’ Bizim ülkemiz için de geçerli bir durum L

Uzatmamak için ben sadece iki örnek verdim, gerisini size bırakıyorum.

Kitap Sel Yayıncılık tarafından basılmış. Benim elimdeki 2007 de basılmış. 104 sayfalık ince bir kitap, akıcılığı ile birlikte çok hızlı okuyabilirsiniz.

Keyifli okumalar.

Ara ara böyle kendimize doğru yolculuk yapmak iyi geliyor değil mi?

BATIŞ YILLARI- FALİH RIFKI ATAY




Batış Yılları kitabında Falih Rıfkı ATAY, bizi kendi çocukluk ve gençlik yıllarına götürüyor. Osmanlı  Devleti'nin son çocukları, ağır bedeller ödeyen nesli...

Kitabı zevkle okudum, zevki kitabın dili sebebiyle, anlattıkları çok can acıtıcı. Kahrediyor insanı. Tanzimat döneminden itibaren kurtulup kurtulup bir türlü kanser gibi kökten kurtulamadığımız bulanık zihinlerin bizler için nelere mal olduğunu, ortaçağın nasıl geri teptiğini okuyoruz.

Falih Rıfkı ATAY, kitabı 1960 lı yıllarda yazmış ve kitaba ''Pazar Konuşmaları'' nı (gazete yazıları) eklediği bir bölüm de koymuş. Günümüz ve geçip giden onca kayıp yıl arasında birçok benzerlik göreceksiniz.

''Atatürk sonrası Atatürk yolundan sapmadan yürümekte devam etseydi, 1938 şartlarının yirmi beş yıl ilerlemişi ve gelişmişi ile Batı toplulukları arasına katılmış olurduk. Halbuki yirmi beş yıldan beri, tekrar Doğu toplulukları arasına geri dönüyoruz. Yeniden medreseler, tekkeler, dergahlar, dervişler, şeyhler topluluğu olduk.'' Çok üzücü ki; 1960 yılında yazılan bu sözler yıl 2018 olmasına rağmen geçmişle benzerliğini nasıl da koruyor. 

Kitabın son sözünde ''Batış Yılları'nı Atatürk Gençliği için yazdım'' diyor. Mutlaka edinip okumak ve okutmak gerekli. Zeytindağı ve Batış Yılları kitaplarını ard arda okumak dönemin daha anlaşılır olabilmesi yönünden benim için çok iyi oldu, sizin de böyle okumanızı tavsiye edebilirim.

Pozitif Yayıncılığın baskısından da söz etmek istiyorum biraz. Bu kadar önemli kitapların basımında harf kayıplarının olması çok üzücü. Zeytindağı kitabında da aynı problem söz konusu.

Son olarak Falih Rıfkı'nın Batış Yılları ve Zeytindağı kitaplarının sonsöz kısmında yer alan sözleri  ile bitirmek istiyorum:

''Bir milletin aklını başına toplaması için Tanrı onu daha nasıl imtihandan geçirebilir?'' (Batış Yılları)

'' İşte size kitabın özü: İlim ve vatan adamı olunuz. Hiçbiri yalnız başına ne sizi ne de milletini kurtarır'' (Zeytindağı)

İnançla,

Keyifli okumalar.



Çocuk Kitapları- SESİNİ ARAYAN PAPAĞAN OSCAR- COURTNEY DICMAS



Bugün sizlere 4 yaşindaki kızımın kitapliğından seçtiğim bir kitabı tanitmak istiyorum. Kitaplığı diyorum çünkü evimizdeki kitaplığın en alt rafını boşalttık ve uzun zamandan beri o raf kızıma ait. Bu fikir kızımında çok hoşuna gitti. Kitaplarını daha çok sahiplenmesini sağladı.

Gelelim neden çocuk kitabı da tanıttığıma; okuma alışkanlığının küçük yaşta kazandırılması gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden ara ara çocuk kitabı paylaşımı da yapacağım.

Bu akşam bu fotoğrafı çekmeden önce kızımla yaprak baskısı yaptık. Sonbahar için çok güzel bir etkinlik. Haftasonu teyzesi ile topladığı kurumuş yaprakları sulu boya ile renk renk boyadık. Sonra bir resim kağıdına baskı yaptık. Çok hoşuna gitti hatta okuluna götürmek üzere çantasına koyduk.

Kızımın en çok sevdiği kitaplardan biri olan Oscar'ı geçen yıl almıştım. Artık neredeyse ezberinde. 2,5 yaş ve üzerine uygun,ince ve rengarenk. Kitapta yer alan resimler de yazara ait.

Kahramanımız Oscar, şehirde(Paris) yaşayan bir papağandır. Yaşadığı evde sürekli aynı sesleri çıkarmaktan sıkılır ve ertesi gün açık olan pencereden, diğer sesleri keşfetmek için kaçar. Hikayenin devamında, Oscar'ın dışarıda duyduğu yeni sesleri ve kendi sesini keşfetmesini okuyoruz.

Kitapta, çocukların da taklit etmeye bayıldıkları bir çok sese yer verilmiş. Resimler harika. Bayılıyorum çocuk kitaplarına.

Marsık Kitap'ın bir yayını olan Sesini Arayan Papağan Oscar'ı tüm anne babalara çocuklarına almalarını tavsiye edebilirim.

Miniklere keyifli dakikalar.😊

Benden- KARAMSAR DEĞİLİM




Biyografi ve röportaj okumayı çok severim. Geçenlerde rahmetli Halil İNALCIK hoca ile yapılan bir röportaja rastladım. Röportaj yapıldığında tam 100 yaşındaymış, zaten kısa süre sonra da vefat etti(25.07.2016).

Bir keşiş gibi çalıştığını söylemiş Hoca, tembellik ederek geçirdiği tek bir gün olmamış. Akademik kariyeri, ürettikleri zaten ortada. 72 kitabı var ve çoğunu 80 yaşından sonra yazmış. Bunun yanında hayatı yaşamayı da ihmal etmemiş, dünyayı gezmiş, aşk da hayatından hiç eksik olmamış.

’Manalı bir hayat için kendinize uzak, büyük bir gaye koyun. Sonra da onu gerçekleştirmek için çok çalışın’’ demiş.

Manalı bir hayat! Aslında tüm mesele bu. Böyle yaşayabilmek için en gerekli olan şey nedir? Disiplin (tek gerekli olan değil ama en gerekli olan), fikrimce. Böyle güzel insanların hayatlarına bakınca, aslında uyguladıkları en önemli şeyin zekâya güvenmeden disiplinli şekilde çalışmak olduğunu görüyorum. Tembellik onların hayatlarında yok… Böyle insanların sayısı neden oldukça az? Herkesin bir Halil İNALCIK olması zaten beklenemez ama neden disiplinli çalışan, üreten toplum değiliz? Neden daha çok ilim üretenlerimiz yok? Kaldı ki, biz toplum olarak tembelliğin, cahilliğin cezasını zaten çekmemiş miydik? Mustafa Kemal gibi bir mucize, bizi uçurumun kıyısından almamış mıydı?

Bir Falih Rıfkı kitabında okuduğuma göre bizim Meşrutiyetle ilk adımını attığımız dönüşüm çabaları Japonlarda, bizden tam 29 yıl sonra başlamış. Biz Araplaşmaktan kurtulmaya çalışıyorduk onlar  Çinlileşmekten. Yıl 2018, Japon ekonomisi son yıllarda küçülme yaşamış olmasına rağmen halen dünyanın üçüncü büyük ekonomisi. Bizden sonra başladıkları bir yol da bizden epeyce ilerideler.

Neden?

Maalesef, Mustafa Kemal ATATÜRK öldükten sonra devrimleri, olgunlaşma sürecini tamamlayamamış gibi geliyor bana. Başaramadık bunu. Tembelliği (ilim üretememe tembelliğinden bahsediyorum) din diyerek, gelenek diyerek beynimizin içine hükmedenler var, yani tembelliğimiz cahilliğimizden. Tam tersi de doğru bir önerme olabilir.

Kurtuluş var mı? Karamsar değilim. Karamsarlık korkaklıktan diyor Halil Hoca.

Rahmetle,

Tabii ki bunların hepsi benim naçizane fikirlerim.

Kaynaklar:  Güliz ARSLAN röportaj (100 Yaşındaki bilge Halil İNALCIK /Hürriyet-12.09.2015)
                    Falih Rıfkı ATAY ( Batış Yılları)
                    Vikipedi ( Japonya Ekonomisi)

KIRMIZI PAZARTESİ- GABRIEL GARCIA MARQUEZ








Nobel Edebiyat Ödüllü Kırmızı Pazartesi, Marquez’in çocukluğunu geçirdiği kasabada yaşanan bir olayı anlatmaktadır.

Yazarın anlatımı çok akıcı ve etkileyici, kitabı elinizden bırakmak istemeyebilirsiniz. Yaşadığı toplumu öyle güzel anlatmış ki, tanımadığımız bir kültürü hayatımıza katıyor. Zaten Nobel Edebiyat ödüllü bir yazar.  Gerçek bir olayı anlattığı için daha fazla etkili oluyor tabii.

Romanın kırılma noktası bir evlilik; çok kısa sürecek olan bir evlilik bu. Cinayet evlilikten sonra gerçekleşiyor. Toplumun tepkileri ortak, herkes malum sonu biliyor gibi. Hatta bazı yerlerde içinizden ‘’yok artık’’ demek gelebilir.

İspanyolcanın kendine has ahengini romanı okurken yüksek oranda hisseceksiniz. Küçüklüğümden beri (izlediğim filmlerden) İspanyolca konuşanların biraz fazla konuştuklarını ve tepkilerinin biraz abartılı (coşkulu) olduğunu düşünürüm hep. Bu kitapta da bunu hissettim.

Kısa bir roman, benim elimdeki basım 30. basım, 2011 yılında basılmış, 107 sayfa.  Yeni basımlarının kapağı farklı. 

Kısa roman yazmanın çok zor olduğunu düşünüyorum, anlatımda eksiklik yaratmadan olay örgüsünü 100 sayfaya sığdırmak çok zor bir iş. Çok sevdiğim yazar Marquez’in bir sonra paylaşacağım romanı ‘’Kolera Günlerinde Aşk’’ olacak.

Keyifli okumalar.

ZEYTİNDAĞI- FALİH RIFKI ATAY





Zeytindağı kitabını okurken anladım ki; Osmanlı’nın son zamanlarını (yani bence şimdiye dek Türk Milletinin geçirdiği en zor zamanları) yeterince kavrayamamışım. Ders kitaplarının ruhsuzluğu arasında kalmış o zamanlar. Bu millet ne bedeller ödemiş ve nasıl topraklar üzerinde yaşıyoruz, yeterince farkında mıyız? Ben farkında olduğumu düşünüyordum fakat eksikmişim.

Falih Rıfkı ATAY, subay olarak Cemal Paşa’nın emrinde görevlendirilmiştir. Cemal Paşa İttihat ve Terakki Cemiyeti mensuplarındandır. Falih Rıfkı ATAY ile birlikte diğer askerlerin cephe cephe yaşadıklarını bizzat Falih Rıfkı’nın ağzından okuyoruz. Ama nasıl okuyoruz? İçimiz parçalanarak. Büyük büyük insanların nasıl yanlış kararlar aldıklarının ve ilim üretmeyen bir imparatorluğun bir milletin evlatlarına nasıl bedeller ödettiğini okuyoruz. Ne acı!!

‘’Sizler, ey Sarıkamış’ın buz dağı üstünde donmuş olan kardeşleri, siz hep, pomadlı bir yüz derisinin kapladığı boş bir kafanın içindeki bomboş bir hayatın kurbanı değil misiniz?’’

Okurken Mustafa Kemal’in var olmuş olmasına bir kez daha şükredecek, bu vatanın yitip giden Ahmet'lerine Mehmet'lerine bir kez daha minnet duyacaksınız. 







Benden-DEVAM ET

Hissediyor musunuz siz de bilmiyorum? Her an değişiyor ve dönüşüyoruz. İyiye veya kötüye. Direksiyon bizde, nereye kıracağımız bize bağlı...